AKABE BEY'ATLARI
Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in Medine'den gelip ilk müslüman
olanlarla 621-622 yıllarında Mekke'nin Akabe adı verilen mevkîinde
yaptığı iki anlaşma ve ahidleşme.
Mekke'ye üç km. kadar
uzaklıkta bulunan Mina ile Mekke
arasındaki bir mevkiye verilen Akabe adına bölgenin başka
yerlerinde de rastlanmaktadır. Aynı adı taşıyan birçok
yer bulunmasına rağmen Akabe denince ilk defa bu meşhur ahidleşme
ve anlaşmaların yapıldığı mevkî hatıra
gelmektedir.
İslâm'ı çeşitli kabile
ve gruplara anlatmağa
çalışan Resulullah (s.a.s.) özellikle Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen
kabileler arasında dolaşıyor ve onlara bu yeni mesajı
iletmeye uğraşıyordu. Bu hac mevsimlerinin birinde Yesrib (Medine)'den
gelen ve bu şehirde yaşayan iki
Arap kabilesinden biri olan Hazrec kabîlesine mensup bazı kimselerle
karşılaşan
Hz. Peygamber, onları İslâm'a davet etti. Peygamberliğinin
onbirinci yılında onun bu çağrısına adı geçen
kabileden altı kişi icabet edip, büyük bir samimiyetle bu yeni dine
sarıldılar. Zira yıllardır Yesrib'teki diğer Arap
kabilesiyle aralarında sürüp gitmekte olan Buas savaşlarından
bezmiş olduklarından bu yeni dinin aralarında bir barış
ortamı oluşturacağını ümit ediyorlardı. Yesrib'e
geri döndüklerinde bu olaydan ve yeni
dinlerinden kardeş kabîle Evs'e bahsedip onları da İslâm'a
davet edeceklerine ve gelecek yıl yine Hacc mevsiminde aynı yerde
Resulullah'la buluşacaklarına dair söz verip ayrıldılar
Medine'de yaşayan bu
iki kabîlenin dışında
ayrıca üç Yahûdi kabîlesi daha bulunuyordu. Bunlar müşrik Arapları
dinlerinden ve putperestlik anlayışlarından dolayı hep hor görüyorlardı.
Yahûdiler ellerindeki Tevrat'a, ayrıca âlimlerinden ve atalarından
işitip
durduklarına göre yakında bu bölgede zuhur edecek bir peygambere iman
edeceklerini ve bu peygamberin desteğiyle putperestliğe son vererek
Arapları ortadan kaldıracaklarını söyleyip duruyorlardı.
Yahûdilerin bu sözleri Yesrib'li Evs ve Hazrec kabilelerinin zihninde
yer etmişti.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe'de görüşünce,
yahûdilerden önce davranıp bu peygamberin yanında yer almakta hiç
tereddüt etmediler. Bu ilk müslüman Yesribliler Resulullah'a iman ederek
şöyle dediler: "Kavmimiz çok zor günler yaşıyor, hiç iyi
bir durumda değiliz. Yıllardır süren çatışmalar aramızda
sonu gelmez bir anlaşmazlığa sebep
oldu. Bu yeni dinin bizleri biraraya getireceğine ve bizleri barıştırıp
kaynaştıracağına inanıyoruz." Gerçekten
Yesribliler Buas savaşlarının artık son bulmasını
istiyorlardı. Hz. Peygambere iman eden Hazrecliler şu kişilerden
ibaretti: Es'ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi' b. Mâlik, Ukbe b. Âmir,
Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab. Bunlardan ilk ikisi
Neccaroğullarına
mensup idi. (İbn Hişâm, Sîre, II, 70 vd.; İbn Sa'd, Tabakât,
I, 217 vd.). İslâm'a gönül veren bu ilk
Medineli müslümanlar memleketlerine geri dönerek bütün güçleriyle bu
yeni
dini tanıtmaya ve akrabalarının da iman etmelerini temine çalıştılar.
Bu küçük grubun Yesribliler üzerinde büyük etkileri oldu. Evs ve
Hazrec'ten bir çok kimse bunların aracılığıyla
İslâm'a girdi. Özellikle Resulullah'ın dayılarından olan
Neccaroğullarına mensup Es'ad b. Zurâre ile Avf b. Hâris
müslümanlıklarını
asla gizlemeksizin büyük bir gayretle insanları İslâm'a davet
ettiler. Gerçekten İslâm akîdesi Yesrib de yıllardır süren savaşların
sona ermesinde büyük bir
etken oldu. Düşmanlıklar sona erdi ve insanlar Allah'ın rahmeti
sâyesinde kısa zamanda kardeşler oluverdiler. Ertesi yıl yani
peygamberliğin onikinci yılında yine Hacc mevsiminde Mekke'ye
gelen Yesrib'li oniki kişi Akabe
mevkiinde Resulullah (s.a.s.) ile geceleyin gizlice buluştular.
Bunlardan
altısı bir önceki yıl müslüman olan kişilerdi. Birinci
Akabe Bey'atı adı verilen bu bey'atta bulunan sahâbelerden Ubâde b.
es-Sâmit, hadiseyi söyle anlatır:
"Refahta olduğu kadar
sıkıntıda,
sevinçte olduğu kadar üzüntüde de onu destekleyecek ve her konuda
emirlerine itaat edeceğimize, Resulullah'ı kendi nefislerimizden aziz
tutup, durum ne olursa olsun ona muhalefet etmeyeceğimize, Allah yolunda
hiç
bir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza,
Allah'a asla şirk koşmayacağımıza, hırsızlık
ve zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize,
kendiliğimizden uyduracağımız yalan ve dolanlarla hiç
kimseye iftirada bulunmayacağımıza, hiç bir hayırlı işte
Resulullah'a muhalefet etmeyeceğimize
dair bey'at ettik. Ayrıca bizden birinin verdiği sözünde durmasına
karşılık onun ecir ve mükâfâtının Allah'a ait olduğuna
ve ona Cennet nimetinin verileceğine; kim insanlık haliyle bunlardan
birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya çarptırılırsa
bunun ona keffâret olacağına; kim de yine bunlardan birini işler
de işlediği o suçu Allah açığa vurmazsa onun işinin
Allah'a kalacağına; Allah'ın dilerse onu bağışlayıp
dilerse azaba uğratacağına dair Resulullah'ın bize bildirdiği
hususlara sadık kalacağımıza da söz verdik."
Bu birinci Akabe
Bey'atına katılan oniki kişiden
altısı bir önceki yıl iman eden kimselerdi. Diğer altısı
ise Muaz b. Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit, Yezid b. Sa'lebe,
Abbâs
b. Ubâde ve Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyihan idiler. Bazı kaynaklarda bir
önceki yıl Resulullah ile tanışan altı kişiden biri
olan Câbir b. Abdullah yerine Uveym b. Saide'nin birinci Akabe
Bey'atında
bulunduğu ifade edilir.
Medineliler, hacdan
geri dönerlerken, yanlarında,
İslâm'ı öğretmek üzere Resulullah tarafından tayin edilen
Mus'ab b. Umeyr'i götürdüler. Kısa surede Medine-i Münevvere'de
İslâmiyet
hızla yayıldı. Mus'ab b. Umeyr, Rasûlullah'ı Medine'deki
her hareketten haberdar ediyordu. Kısa zamanda Evs ve Hazrec kabilesinin
bütün
evleri İslâm'ın nuruyla aydınlanmaya
başladı. Artık Medine, bir İslâm devletinin doğuşuna
hazır hâle gelmişti. Mus'ab b. Umeyr'in gayret ve etkisiyle Yesrib'in
ileri gelenlerinden Sa'd b. Muaz ve Useyd b. Hudayr müslüman oldular. Bu
iki büyük
reisin İslâm'a girmesiyle İslâm, Medine'de
bir hayli kabul gördü. Bunun üzerine Medineliler Hz. Peygamberi
şehirlerine
dâvet etmeye karar verdiler.
Birinci Akabe
Bey'atından bir yıl sonra Medineliler
yeniden hac için Mekke'ye geldiler. İçlerinde ikisi kadın yetmiş
beş müslüman vardı. Allah Resûlünün bu defa onlarla ilgi kurması
İslâm'ın tebliğinden ibaret değildi. Çok önemli kararlar
arifesindeydiler. Buluşma yeri yine Akabe mevkii oldu. Buluşma gizli
yapılacak ve hiç kimseye haber sızdırılmayacaktı. Gece
yarısına doğru, Medineliler, gayet tedbirli
hareket ederek kararlaştırılan yerde toplandılar.
Rasûl-i Ekrem Akabe'ye
bu defa amcası Abbâs ile
birlikte geldi. Abbâs henüz ya müslüman olmamış, yahut müslümanlığını
gizliyor, ancak yeğenini himaye ediyordu. Böylesi bir toplantıda
bulunmayı bir aile borcu kabul etmişti. Toplantıda ilk sözü Hz.
Abbâs aldı:
- Ey Hazrecliler,
Muhammed (s.a.s.)'in aramızdaki mevkii
bildiğiniz gibidir. Biz, onu düşmanlarından koruduk ve koruyacağız.
Kendisi burada, ailesinin yanında, nezdimizde izzet ve ikrâm içindedir.
Fakat sizinle bir andlaşma yapmak ve size katılmak istiyor. Ona
verdiğiniz
sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karşı gelmek hususunda
azminiz kuvvetli ve sağlam ise buna bir diyecek yoktur. Fakat onu ele
verecek, yanınıza geldikten sonra yalnız başına bırakacaksanız,
bunu şimdiden söyleyiniz ve onu kendi haline bırakınız.
Medineli Müslümanların
cevabı şöyle oldu:
-Dediklerinizi
dinledik. Ey Allah'ın resulü, siz söyleyin!
Kendiniz adına, Allah adına istediğiniz andı bizden alınız.
Biz hazırız.
Resulullah Hz. Muhammed
(s.a.s.) Kur'an-ı Kerim'den bazı
ayetler okuduktan sonra şöyle buyurdular:
"Kadınlarınızı ve
çocuklarınızı
nasıl koruyorsanız, beni de öylece korumak üzere size elimi
veriyorum"
Elini ilk uzatan, Berâ
b. Ma'rur oldu. O, şöyle dedi:
-Bey'at ettik ya
Resulullah, seni Hak dinle gönderen Allah'a
yemin ederiz ki kendimizi, çocuk ve hanımlarımızı koruduğumuz
gibi seni de koruyacak ve savunacağız. Biz, zaten harp içinde yoğrulmuş
kimseleriz. Zırha alışkınız. Bu, bize atalar mirasıdır.
Bera'dan sonra söz alan
Ebu'l Heysem de:
- Ya Resulallah, dedi.
Bizim yahudilerle bir takım bağlantılarımız
vardır. Bu bağlantıları keseceğiz. Biz bunu yaptıktan
sonra siz de Allah'ın inâyetiyle muvaffak olunca bizi bırakıp
kendi kavminizin yanına döner misiniz?
Resulullah (s.a.s.)
gülümsediler ve dediler ki:
"Kanım sizin
kanınızdır. Siz
bendensiniz, ben de sizdenim. Kiminle dövüşürseniz" ben sizin
yanınızdayım.
Kiminle barış yaparsanız, ben de onunla barış yaparım.
"
Resulullah (s.a.s.)'in
bu sözlerini duyan herkes,
bey'at etmek üzere elini uzatıyordu. Bu sırada Abbâs b. Ubâde
ortaya atılarak şunu söyledi:
-Hazrecliler! Bu zata
niçin bey'at ettiğinizi biliyor
musunuz? Ona bey'atla insanların kırmızısına ve siyahına,
yani Arap ve Arap olmayana karşı savaşa hazır olmayı
kabul etmiş oluyorsunuz. Bir felâkete uğradığınız
ve ulularınızın maktul düştüğünü gördüğünüz
zaman onu yalnız başına bırakacaksanız şimdiden bırakınız.
Bu, daha doğru olur. Yoksa dünyada ve ahirette rüsvay olursunuz. Fakat
ona verdiğiniz sözü tutacak, malca
felâkete uğramayı, büyüklerinizin ölümüyle karşılaşmayı
göze alacaksanız, bunu yapınız. Çünkü dünya ve ahiret hayrı
bundadır.
Hepsi kabul ettiler ve
sordular:
- Ey Allah'ın Resulü,
buna karşılık bize
ne va'd ediyorsunuz?
Resulullah:
"Cennet" dedi.
Bey'at kısa zamanda
tamamlandı. Hepsi de darlıkta
ve genişlikte her halükarda itaate, sözün ancak doğrusunu söylemeye
ve Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından
korkmamaya söz verdiler.
Bey'attan sonra
Resulullah (s.a.s.), Hazrec'den dokuz, Evs'den
üç kişi olmak üzere on iki nakip seçtiler. Es'ad b. Zurâre de hepsinin
başı ve emîri seçildi. Bunlardan her biri bir kabîlenin reisi
idiler. Bunun anlamı, oniki kabilenin İslâmiyeti kabul etmesiydi.
Bey'at gece
karanlığında tenhada ve gizlilik içinde
yapılmıştı. Fakat bey'atın bitiminde bir çığlık
karanlığın perdesini yırttı:
- Ey Kureyş, Muhammed
ile atalarının dininden
çıkanlar, sizinle döğüşmek için andlaşma yaptılar!..
Fakat müslümanların
artık kimseden çekindikleri
yoktu. Bu sesi duyar duymaz Abbas b. Ubâde şöyle dedi:
- Ya Resulallah, seni
hak ile gönderen Allah'a yemin ederim
ki istersen sabah olur olmaz kılıçlarımızı kınından
sıyırır üzerlerine saldırırız. Resulullah
(s.a.s.) ise şöyle buyurdular:
"Hayır... Bize savaş
izni daha verilmiş
değildir. Şimdilik hepiniz yerlerinize dönünüz."
İslâm'a teslim olup
Resulullah'a tam anlamıyla
bey'at eden bu ilk müslüman kitle için emre itaat mutlak idi. Akabe'deki
bu
toplantı dağıldı ve herkes yerine döndü. Sabah olunca
Kureyşli müşrikler bu bey'attan haberdar olmuşlardı. Müşrikler
bu anlaşmanın mahiyetini araştırmağa başladılar.
Fakat henüz müslüman olmamış olan Yesribliler'in Hz. Peygamber ile
anlaşmalarına bir türlü anlam veremiyorlardı. Mekkeli müşrikler
bu gizli anlaşma hakkında bir bilgi alamadan Yesrib'li
müslümanlar şehri terk etmişlerdi .
İslâm Devleti'nin
kurulmasında önemli bir dönüm
noktası olan ikinci Akabe bey'atına, Resulullah'ın savaş ve
barışta korunacağına dair prensiplerin tesbit edildiği
ve kararların alındığı bir bey'at olmasından dolayı,
"Bey'atü'l-Harb" adı verilir. İkinci Akabe bey'at'ının
gerçekleşmesiyle İslâm tarihinde yeni bir dönem başlıyor
ve o gün İslâm Devleti'nin temeli atılmış oluyordu.