HUDEYBİYE BARIŞI
Hz. Peygamber ve
ashabının
Kabe'yi ziyaret maksadıyla Mekke'ye gitmek istemeleri ve bunun müşrikler
tarafında engellenmesi üzerine çıkan olaylardan sonra müslümanlarla
müşrikler arasında yapılan anlaşma. Allah Rasûlü'nün
hicretinin üzerinden mücadeleler ve savaşlarla dolu altı yıl geçmişti.
Hem muhacirler, hem de Ensar, Kâbe'yi ziyaret özlemiyle yanıp
tutuşuyorlardı.
Allah'ın elçisi, bu
yılın Zilkade ayının
başında bütün ashabın özlemlerine beklentilerine cevap anlamı
taşıyan bir rüya gördü. Rüyasında ashabı ile birlikte güvenlik
içinde Kâbe'yi ziyaret ediyordu. Rasûlullah'ın ashaba anlattığı
rüya, hızla bir muştu gibi yayıldı Medine'ye.
Hz. Peygamber bu genel
coşku üzerine, Kâbe'yi ziyaret
etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hattâ İslam'ı
kabul etmeyen kabileleri bile kendileriyle birlikte hac yapmaya çağırdı.
Hazırlıkların
tamamlanmasından sonra,
Zilkade'nin ilk Pazartesi günü (13 Mart 628) bin dörtyüz kişi ile
birlikte Mekke'ye doğru hareket etti. Niyetinin barış olduğunu
göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan
başka savaş silahı almamışlardı. Zül-Huleyfe
mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve
Umre için niyet ettiler. Yanlarında Mekke'de kurban edilmek üzere sabin
alman yetmiş deve bulunuyordu ve bunlar kurbanlık olduğu belli
olacak biçimde nişanlanmıştı.
Mekkeli müşrikler Hz.
Muhammed'in hareketini öğrenince
toplanarak ne pahasına olursa olsun, Rasûlullah'ın Mekke'ye girmesine
izin vermemeyi kararlaştırdılar. Rasûlullah'ın Mekke'ye
daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Halid bin Velid komutasında
ikiyüz atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler.
Bu arada Hz. Peygamber
Hudeybiye
mevkiine gelmişti. Devesi burada kendiliğinden çöktü ve bütün çabalara
rağmen kaldırılamadı. Bunun üzerine çeşitli fikirler
ileri sürenlere karşılık Allah Rasûlü,"Filin Mekke'ye
girmesine engel olan kuvvet bu deveyi de çökertti" diyerek herkesin
inmesini
emretti.
Peygamber Efendimiz,
Mekke müşriklerinin durumu anlama
ve umreyi gerçekleştirebilme konusunu görüşmek için Hz. Osman (r.a)'ı
Mekke'ye gönderdi. Hz. Osman (r.a) kiminle görüştü ise, umre yapmanın
mümkün olmadığını anladı. Zira müşrikler, müslümanların
Mekke'ye girişini kendileri için büyük bir zillet sayıyorlar ve bütün
Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde
yorumluyorlardı. Bundan dolayı umre hiç mümkün gözükmüyordu.
Bu arada Hz. Osman
(r.a)'nın tutuklandığı
ve öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber üzerine peygamber
Efendimiz, bütün mü'minlerden "ölüm" üzere bey'at aldı.
Ashab-ı Kirâm'ın ölüm için yarışırcasına
bey'at etmelerini müşriklerin casusları da görüyorlardı. Bu
durumu süratli bir şekilde Mekke'ye bildirdiler.
Sahabenin bey'atını
bildiren âyet-i kerime'de
şöyle buyurulur: "Sana bey'at edenler gerçekte Allah'a bey'at
etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerin üzerindedir. Kim ahdini
bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur ve kim Allah'a verdiği sözü
tutarsa Allah ona büyük bir mükafat
verecektir" (el-Feth, 48/10) ve "Allah şu mü'minlerden razı
olmuştur ki, onlar ağacın altında sana bey'at ediyorlardı.
Allah onların gönüllerindekini bildiği için onların üzerine
huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara
alacakları
birçok ganimetler bahşeyledi. Allah üstündür, hikmet sahibidir"
(el-Fetih,
48/18-19) âyetleri bu olayı anlatmakta ve Cenab-ı Hakk'ın biat
edenlerden razı olduğunu bildirmektedir. Bu âyetlerden dolayı,
bu beyata, razılık biatı anlamında "Biatü'r-Rıdvân"
ve Hz. Peygamberin altında oturduğu ağaca da razılık ağacı
anlamında "Şeceretü'r-Rıdvân" adı verilmiştir.
Kısa bir aradan sonra Hz. Osman (r.a)'la ilgili ölüm haberinin asılsız
olduğu anlaşılmıştır.
Bu arada karşılıklı
elçiler gidip
geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler müslümanların
Mekke'ye girmelerine izin vermeyeceklerini açıkça söylüyorlardı.
Hz. Peygamber ise "Biz buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik.
Amacımız
Kâbe'yi ziyarettir, Umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda
zayıf düşmüşlerdir.
Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir sure için barış anlaşması
yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah'a yemin
ederim ki,
ölünceye kadar onlarla savaşırım" diyerek barış
öneriyordu.
Allah Rasûlü'nün
kararlılığı yüzünden
müşrikler savaşı göze alamadılar. Amr oğlu Süheyl'i
kendileri adına bir anlaşma yapmak üzere gönderdiler.
Rasûlullah ile Süheyl
uzun görüşmelerden sonra anlaşma
şartlarını tesbit ettiler. Buna göre;
1-Müslümanlarla
müşrikler on yıl süreyle savaşmayacaklar,
birbirlerine saldırmayacaklardı .
2- Müslümanlar bu yıl
Kabe'yi ziyaretten vazgeçerek
geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin
boşaltacağı
Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından
başka silah taşımayacaklardı.
3- Mekke'den birisi
müslüman
olarak Medine'ye sığındığı zaman iade edilecek;
fakat Medine'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.
4- Arap kabileleri
istedikleri tarafla anlaşma yapmakta
serbest olacaklardı.
Hudeybiye andlaşmasının
bütün şartları
görünüşte müslümanların aleyhine idi. Bu nedenle müslümanlar büyük
bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu andlaşmayı
bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul
ettiler. "Sen Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hak
dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?" diyen Hz.
Ömer'in sözleri, müslümanların genel üzüntülerinden doğan
tepkinin dile getirilişinden başka bir şey değildi. Fakat
şüphesiz Allah ve Rasulü neyin hayırlı, neyin şer, neyin
izzet, neyin zillet olduğunu daha iyi bilirdi.
Allah Rasûlünün
kurbanlarını kesip başlarını
tıraş etmeleri isteği yankısız kaldı. Büyük bir
üzüntü ile çadırına girdi. Sonra mü'minlerin annesi Ümmü Seleme
hazretlerinin tavsiyesi üzerine kendi kurbanını kesti ve tıraş
oldu. Bunun üzerine bütün müslümanlar yarışırcasına
kurbanlarını kesip tıraş
oldular.
Hudeybiye'de ondokuz
gün kalındıktan sonra
Medine'ye doğru yola çıkıldı. Yolda, "Biz sana apaçık
bir fetih verdik. Bununla Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlayacak ve sana olan nimetini tamamlayacak ve seni doğru
bir yola iletecek. Allah sana şanlı bir zafer verecek" (el-Fetih,
48/1,2) âyetleriyle başlayan Fetih Sûresi nazil oldu.
Şanı yüce Allah,
Hudeybiye barışını
bir "Feth-i Mübin" (apaçık bir fetih) olarak niteliyordu. Gerçekten
de bunun böyle olduğu çok geçmeden herkes tarafından anlaşıldı.
Hudeybiye'yi Hayber gibi, Mekke'nin fethi gibi zaferler izledi.
Hudeybiye andlaşmasının
en önemli yanlarından
veya sonuçlarından birisi hiç kuşkusuz siyasî yönüdür. Daha önce
Mekkeli müşrikler, Medine İslam toplumunun varlığına
bile tahammül edemezlerdi. Hatta müslümanları kökten yok etmek amacıyla
Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında olduğu gibi birçok girişimde
bulunmuşlardı. İşte bu andlaşma ile ilk kez müşrikler
Medine İslam toplumunu resmen tanınmış oluyorlardı. Bu
durum İslam'ın kabileler arasından
büyük bir önem kazanmasına neden oldu.
Andlaşmadan önce
müslümanlarla müşrikler arasında
hemen hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiye'den sonra ise iki taraf arasındaki
ticari ve ailevi ilişkiler canlandı. Hz. Peygamber istediği yerde
İslam'ı rahatça tebliğ etme imkanına kavuştu. Bu
nedenle hem Mekke'de, hem de çevre kabileler arasında İslam'ı
kabul edenler hızla arttı. Öyle ki, Hudeybiye ile Mekke'nin fethi
arasında geçen iki yıl içinde müslüman olanların sayısı,
Hudeybiye'den önceki ondokuz yıl boyunca
müslüman olanların iki katına ulaşmıştı.
Andlaşma maddelerinden
müslümanları en çok üzenlerden
birisi, Mekke'den kaçan müslümanların iade edilmesi hakkındaki
madde idi. Daha andlaşma imzalanır imzalanmaz zincirlerini sürükleyerek
gelen Ebu Cendel'in, "Müslüman olduğum için bu kadar zulümlere
işkencelere
uğramıştım. Beni tekrar aynı işkencelere atmak mı
istiyorsunuz? Beni yine müşriklere mi teslim edeceksiniz?" çığlıklarına
rağmen antlaşma gereğince Kureyş adına andlaşmayı
yapan müşrik Amr oğlu Süheyl'e
teslim edilmesi, müslümanları gözyaşları içinde bırakmıştı
.
Süheyl b. Amr, oğlu Ebû
Cendel'i çeke çeke Kureyşlilerin
yanına götürdü. Müslümanlar, onun feryadına dayanamayarak ağlamaya
başladılar (Vâkıdî, Meğâzı, ll, 608'den naklen Asım
Köksal, İslâm Tarihi, Vl, 204). Hz. Muhammed (s.a.s), Ebû Cendel'i
şu sözleriyle teselli ediyordu: "Ey Ebû Cendel, şu toplulukla
aramızda yazılan barış yazısı tamamlandı. Sen
biraz sabret, katlan, yüce Allah'tan da bunun ecrini dile. şüphesiz
Allah, senin ve senin yanında bulunan zayıf mü'minler için bir genişlik
ve çıkar yol ihsan edecektir. Biz onlara Allah'ın ahdiyle söz verdik,
onlar da bize söz verdiler. Onlara verdiğimiz sözü çiğneyemeyiz.
Verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz" (Asım Köksal,
a.g.e, Vl, 204). Hz. Ömer, bu geri çevirmenin
dış görünüşüne bakarak çok üzülmüş, din için bu
kadar hakarete katlanmanın sebebini anlayamadığını söylemişti.
Mekke'ye girip, Beytullah'ı ziyaret etmeyi uman sahabe bu
gerçekleşmediği
gibi Hudeybiye Andlaşması gibi aleyhlerine olan bir
sözleşmeyi kabul etmek zorunda kalmışlardı .
Mekke'den kaçan fakat
Medine'ye kabul edilmeyen müslümanlar
Mekke Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde üslendiler. Kısa
zamanda sayıları üçyüze ulaşan müslümanlar müşriklere
karşı gerilla savaşı yürütmeye başladılar. Kureyş'in
kervanlarına saldırıyor, ellerine düşen Mekkeli müşrikleri
öldürüyorlardı. Kureyş müşrikleri bu durum karşısında
müslümanları Mekke'de tutmanın zarardan başka bir şey
getirmeyeceğini, gerçekten iman etmiş bir mü'mini hapsetmenin serbest
bırakmaktan daha zararlı olduğunu anladılar ve ilgili
maddenin andlaşmadan çıkarılması için başvurdular.
Bunun üzerine Rasûl aleyhisselam isteklerini kabul ederek İs'teki
müslümanları
Medine'ye çağırdı.
Bütün bu sonuçlar
Hudeybiye barışının
göründüğü gibi kötü bir anlaşma olmadığını,
tersine müslümanlara zafer kapılarını açan bir "feth-i mübin"
olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.