İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi

http://islami.webyardim.org
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 RASÜLULLAH (S.A.)'M HÜKÜMDAR VE EMİRLERE MEKTUPLARI:

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
usok22
kurucu
usok22


Mesaj Sayısı : 8175
Kayıt tarihi : 22/05/10
Yaş : 36
Nerden : Bursa

RASÜLULLAH (S.A.)'M HÜKÜMDAR VE EMİRLERE MEKTUPLARI: Empty
MesajKonu: RASÜLULLAH (S.A.)'M HÜKÜMDAR VE EMİRLERE MEKTUPLARI:   RASÜLULLAH (S.A.)'M HÜKÜMDAR VE EMİRLERE MEKTUPLARI: Icon_minitimeC.tesi Haz. 19, 2010 12:30 pm


RASÜLULLAH (S.A.)'M HÜKÜMDAR VE
EMİRLERE MEKTUPLARI:


Peygamberimiz, Hicretin altıncı yılında
hükümdar ve
emirlere mektuplar göndererek, onları İslâm'a davet etti. Dıhye
b. Halife el-Kelbî el-Hazrecî'yi Bizans imparatoru Herakliyus'a,
Abdullah b.
Huzafe es-Sehmî'yi İran kisrasına, Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi Habeş
necâşisine, Hatıb b. Ebî Beltaa el-Lahmî'yi Herakliyus'un Mısır
valisi Mukavkıs'a, Suleyt b. Amr el-Âmirî'yi Yemame emiri Havze b. Ali
el-Hanefî'ye, Esed b. Huzeyme kabilesinden Şucâ b. Vehb'i Haris b. Ebî
Şemr el-Ğassanî'ye, Alâ b. Hadramî'yi Bahreyn emiri Münzir b.
Sâvâ'ya ve Amr b. As'ı da Umman Ezd'lerinini lideri Culendî'nin iki oğlu
Ceyfer ve İyaz'a göndermişti.

Bazı müsteşriklerin, Rasülullah'ın Arab
yarımadası
haricindeki hükümdar ve emirlere yazdığı mektupları inkar
etmeleri, herhalde, kendilerine mektup yazılan bu emir ve hükümdarların
bıraktığı resmî vesikalarda, bu mektuplaşmayı gösteren
bilgileri bulamamalarına bağlıdır. Bu ise iddianın
doğruluğuna delil olamaz; çünkü bu mektupların
asıllarının herhangi bir sebepten kaybolmuş olması,
uzak bir ihtimal değildir.”*

İslâm tarihçilerine gelince, onların bu
mektupların gönderildiğinden
şüpheleri yoktur. İbn Hişam, Ya'kûbî, Taberî Rasülullah'ın
komşu hükümdar ve emirlere elçiler ve onları İslâm'a davet
eden mektuplar gönderdiğini ispatlayan bilgi ve delilleri
zikretmişlerdir. Taberî şöyle demektedir: "İbn Humeyd bize
haber verdi ve şöyle dedi: İbn İshak, Yezid b. Ebi Habib
el-Mısrî'den naklen onun Mısır'da, Rasülullah'ın
kafirlerin hükümdarlarına gönderdiği elçilerin isimlerini ve onları
gönderirken verdiği talimatı içine alan bir kitap bulduğunu,
onu, hemşehrilerinden güvendiği biriyle İbn Şihab ez-Zührî'ye
gönderdiğini ve bundan haberdar ettiğini bana bildirdi.

Bu kitapta yazıldığına göre, Rasülullah
(s.a.), bir
sabah ashabının huzuruna çıktı ve şöyle dedi:
"Ben bütün insanlığa rahmet olarak gönderildim. Benim
haberlerimi yerine ulaştırınız. Allah'ın rahmeti
üzerinize olsun! Havarilerin Meryem oğlu Isa (s.a.) hakkında ihtilafa
düştükleri gibi, siz de benim hakkımda ihtilafa düşmeyiniz."
İçlerinden biri, "Onların ihtilafı nasıl olmuştu,
Ya Rasülellah" diye sorunca "O da havarilerini benim sizi çağırdığım
göreve çağırdı. Yakın yerlere gönderdikleri, gönül hoşluluğuyla
gitmeğe razı olup selamete ulaştılar. Uzak yerlere gönderilenler
ise görevden memnun olmayıp, kabulden kaçındılar. Bunun
üzerine Hz. İsa, onları Allahu Teâlâ'ya şikayet etti. O
gecenin sabahında onlardan herbiri, Allah Teâlâ'nın lütfuyla
gönderildikleri toplumun lisanıyla konuşur hale geldiler. Bunun
üzerine Hz. Isa: "Bu iş, Allah'ın size emrettiği bir görevdir,
artık gidiniz." diyerek onları ülkelere dağıttı.
İbn İshak der ki: "Sonra Rasülullah ashabı arasından
elçi olarak gidecekleri ayırdı, Suleyt b. Amr b. Abd Şems'i ....
İlh...”

Bizans imparatoru Herakliyus'a
gönderdiği mektubun metninin şu
şekilde olduğu rivayet edilir: "Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla!

Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den,
Rum Kayseri Herakliyus'a:

Allah'ın selâmı hidayet yoluna girene
olsun! Seni İslâm'a
davet ederim. Müslümanlığı kabul et ki, selâmette olasın
ve Allahu Teâlâ sana ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen, (fakir)
köylülerin (yani tebaanın) günahı senin boynunadır. "Ey
Ehli Kitab! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir hak söz
üzerinde ittifak edelim. Yalnız Allah'a tapalım, O'na hiçbir
şeyi ortak koşmayalım; birimiz, diğerini Allah'tan
başka Tanrı edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse: Şahit olun,
biz müslümanlarız, deyin."

Mısır valisi Mukavkıs'a yazdığı
mektubun metni
de şudur: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla!
Allah'ın kulu ve Elçisi Muhammed'den Kıbtilerin büyüğü (başkanı)
Mukavkıs'a: Allah'ın selamı Hidayet yoluna giren üzerine olsun!
Bundan sonra, seni İslâm daveti ile İslâm'a çağırıyorum.
Müslümanlığı kabul et ki, selamette olasın ve Allahu Teâlâ
ecrini iki kat versin. "De ki: Ey Kitab Ehli! Gelin sizinle bizim
aramızda
müşterek olan bir hak söz üzerinde ittifak edelim. Yalnız Allah'a
tapalım, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birimiz
diğerini Allah'tan başka Tanrı edinmesin. Eğer yüz
çevirirlerse: Şahit olun, biz müslümanlarız, deyin."

Necâşi'ye de şöyle yazmıştı:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla!
Allah'ın Rasülü
Muhammed'den, Habeşlilerin kıralı (necâşi) Ashame'ye:
Allah'ın selâmı üzerine olsun! Gerçek Padişah (Melik),
Mukaddes (Kuddûs), Selâm (esenlik veren), Mü'min (güvenlik veren)
Müheymin
(gözetip koruyan) olan Allah'ın övgüsünü sana iletirim. Şehadet
ederim ki, Meryem oğlu Isa, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Ve bu
kelime'yi Allahu Teâlâ, korunmuş, afife, bakire Meryem'e
atmıştır. Böylece, o İsa'ya hamile olmuş, Allah ta onu,
Adem'i nasıl yarattı ve ruhundan üfledi ise öylece yaratmış
ve ruhundan üflemiştir. Seni tek olan, eşi ve şeriki olmayan
Allah'a imana ve ona itaata devama çağırıyorum. Seni bana tabi
olmaya, Allahu Teâlâ'nın bana gönderdiği şey'e iman etmeye
davet ediyorum. Amcamın oğlu Cafer'i ve onunla birlikte müslümanlardan
bir grubu sana gönderiyorum. Cafer sana geldiği zaman azamet ve kibiri
bırak, onlara cömert davran, seni ve askerlerini Allah'ın dinine
davet ediyorum. Tebliğ ettim ve nasihatte bulundum, nasihatımı
kabul ediniz! Allah'ın selâmı hidayeti kabul edenlerin üzerine olsun."

İran kisrası Husrev Perviz'e şöyle
yazdı:

"Allah'ın Rasülü Muhammed'den
Farisîlerin ulusu Kisra'ya: Doğru
yola tabi olanlara, Allah ve Rasülüne iman edenlere selâm olsun! Aziz ve
Celil olan Allah'ın tüm insanlığa gönderdiği peygamberiyim.
Hayatta olan insanları inzar (tehlikeyi haber vererek uyandırmak),
inanmayan kafirler üzerine de Allah'ın azabının hak
olduğunu bildirmek için gönderildim. Müslüman ol selâmete kavuş,
eğer yüz çevirirsen, Mecûsilerin günahı senin üzerinedir."


BU MEKTUPLARDAN ALINAN NETİCE:

Şimdi de bu mektupların, hakim
oldukları toplumların
temsilcisi olarak kendilerine mektup gönderilen hükümdar ve emirler
üzerindeki tesirlerini gözden geçirelim. Eğer bu hükümdar veya
meliklerden biri Rasülullah'ın davetini kabul etmiş ve İslâm'a
tabi olmuş olsaydı, şüphesiz İslâm, onun tebası
arasında da yayılırdı.

Ne var ki, tarih, bazıları
Rasülullah'ın elçilerine güzel
muamele edip, mektubuna içten cevap vermişlerse de, Arap
yarımadası dışında hüküm süren bu hükümdarlardan
hiçbirinin İslâm'a tabi olduğunu zikretmiyor.

İran kisrasının eski İran geleneğine
göre o öyle
bir hükümdardır ki, mukaddes hükümdarlık hakkını Âli
Sâsân'dan tevarüs etmiştir araplara tabi olmaktan kaçınmış
olması tabiidir. Zira Kisra, toplumun mukaddes olarak kabul ettiği
şahsı ve saltanatı hususunda İslâm'dan korkuyordu. Buna
ilaveten, Farisiler, kendilerini, nazarlarında Hicaz arablarından daha
az ve daha güçsüz olmayan Yemen ve Hire arablarının hakimi olarak
görüyorlardı.

Bu yüzden, Rasülullah'ın elçisini kabul
eden Kisrâ'nın,
öfkeden köpürerek, ona hakârette bulunmasını, Rasülullah'ın
mektubunu yırtıp, Yemen valisi Bazan'a: "Hicaz'daki bu adam'a (yani
Rasülullah'a), yanından iki kuvvetli asker gönder, onu yakalayıp
getirsinler." diye emir göndermesini hayretle karşılamıyoruz.
Nitekim Kisra'nın emrini alan Yemen valisi Bazan, iki adamını
Rasülullah'a
gönderdi. Onların eline verdiği, Rasülullah'a yazılmış
mektubunda, Rasülullah'a iki elçisiyle beraber gelmesini emrediyordu.
Taif'e
kadar gelen iki elçi, orada karşılaştıkları
Kureyşli adamlardan Rasülullah'ın Medine'de olduğunu öğrendiler.
Kureyşli bu şahıslar, elçilerin gelişine sevinerek
onları tebrik ettiler, içlerinden bazıları: "Artık
sevinin, hükümdarlar hükümdarı Kisra, ona düşman olmuş, onun
karşısına dikilmiştir. Kisra sizin için o adama (yani
Rasülullah'a) yeter." diyorlardı. İki elçi Taif'ten ayrılarak
Medine'ye geldiler, Rasülullah'ın huzuruna çıkıp: "Kisra
bizi, seni beraberimizde götürmek üzere gönderdi" dediler. Rasülullah,
bir gün sonra kendileriyle görüşeceğini söyleyerek, onları
başından savdı. Bu esnada kendisine Allahu Teâlâ tarafından
şöyle vahyedildi: "Şüphesiz Allahu Teâlâ, Kisra üzerine oğlu
Şîrûyeh'i musallat kılmış ve oğlu onu
katletmiştir." Ertesi gün huzuruna gelen iki elçiye, bu haberi ulaştıran
Peygamberimiz onlardan şu cevabı aldı: "Senin üzerine
yürüyüp cezalandırmamız, şüphesiz ki bu haberi ona ulaştırmamızdan
daha kolaydır. Bu haberi senden yazıp, Bazan'a
ulaştıralım mı?" Bunun üzerine: "Evet! Bunu
benden dinlediğiniz şekilde ona ulaştırınız ve ona
deyiniz ki benim dinim ve hâkimiyetim Kisra'nın saltanatının
ulaştığı yerlere kadar ulaşacaktır. Ve yine ona
deyiniz ki: Eğer İslâmiyeti kabul edecek olursan, idaren altında
bulunan yerler senindir ve seni Ebnâlar'dan olan kavmin üzerine hükümdar
yapacağım" buyurdular. İki elçi Medine'den ayrılarak
Bazan'a geldiler ve Rasülullah'ın haberlerini kendisine
ulaştırdılar. Onları dinleyen Bazan: "Vallahi! Bu sözler,
hükümdar sözleri değildir. Ben bu adamın, söylediği gibi,
peygamber olduğunu sanıyorum. Kisra ve oğlu hakkında söylediklerinin
neticesini bekleyelim; eğer doğru çıkarsa şüphesiz ki o,
gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer söyledikleri doğru çıkmazsa
ne yapacağımızı düşüneceğiz" dedi. Aradan
fazla bir süre geçmeden Şirûyeh'in mektubu Bazan'a ulaştı, o,
şöyle yazıyordu: "Bilesin ki, Kisra'yı öldürdüm. Ben onu
başka sebeple değil, Farisi eşrafından birçoğunun
öldürülmesine izin vermesine kızdığım için öldürdüm.
Bu mektubum sana ulaştığı zaman, emrin altındakilerden
benim için itaat yemini al! Babamın hakkında sana mektup
yazdığı adam (yani Rasulullah s.a.) için ise emrim gelinceye
kadar bekle, şimdilik onun üzerine düşme." Şîrûyeh'in
mektubu okunup bitirilince Bazan: "Bu zat (Rasûlullah) şüphesiz bir
peygamberdir." diyerek müslüman oldu. Yemen'de oturan İranlılar
da onunla birlikte İslam'ı kabul ettiler.

Margoliouth, Rasülullah'ın casuslarının
ona çok sür'atli
haber getirdiğini iddia ediyor ve Bazan'ın iki elçisinin, Rasülullah
tarafından Kisra'nın öldürüldüğü haberinin verilmesi
üzerine görevlerini yerine getirmeden dönmelerini uzak görüyor devamla
da
şöyle diyor: "İran kisra'sının öldürülme tarihi doğru
olduğu takdirde" kabul etmemiz mümkün olan kanaat şudur:
Kisra'ya karşı yapılan suikast haberlerinin peygamberin
casusları tarafından nakledilmesinde tek sebep Kisra'nın ölümü
üzerine çıkan karışıklıktır.” Margoliouth, Rasülullah'ın
mektubunun Kisrâ'ya hiçbir zaman ulaşmadığını da
iddia eder.

Ne var ki Margoliouth, şu iki hususu
dikkatten kaçırmıştır:

1) Rasülullah (s.a.), Kisrâ'nın ölüm
haberini suikaste uğradığı
gün ilan etmiş ve onun ölüm haberi Yemen'e, Rasülullah'ın
verdiği bu haber üzerine Yemen'e dönen Bazan'ın iki elçisi vasıtasıyla
ulaşmıştır.

2) İki elçisinden bu haberi duyan
Bazan, İran'dan resmî haberler
beklemiştir. Margoliouth, Kisrâ'nın emrini yerine getirmek üzere
Bazan tarafından gönderilen iki elçinin, sadece Rasülullah'ın Kisrâ'nın
öldürüldüğünü söylemesi üzerine dönmelerini de mümkün görmez.
Bu düşünce de doğru değildir. Bilhassa, önceden verilen bu
tür haberleri kabule müsait Arabistan ve ona komşu olan Rum ve Fars
ahalisinin aklî durumunu bilirsek bunu daha da açık anlayabiliriz. Rum
imparatoru Herakliyus'un dahi, Nücûm (yıldızlar) ilmiyle
uğraşması ve Kudüs (İlyâ) yöneticisi Şam
hıristiyanları Piskoposu İbn Nâtur'a Ahir zaman nebisinin zuhuru
hakkındaki görüşünü öğrenmek isteğiyle mektup
yazması bu hususta misal olarak kafidir. Arapça rivayetlere göre
İslam'a girmek arzusunda olan Herakliyus, Rasülullah'ın mektubunun
kendine ulaştığı günlerde ülkesinde olan Ebu Süfyan ve
arkadaşları ile bu yeni din hakkında konuştu. Rasülullah'ın
elçisini iyi karşıladı, onu, Hıristiyan din
adamlarından meydana gelen bir meclise çağırdı.
Topladığı din adamlarına, Rasülullah'ın elçisinin
getirdiği haberleri ulaştırdı, onlar karşı çıkınca,
kendisi de İslâm'a girmek niyetinden vazgeçip, zahiren hırıstiyanlık
üzerindeki bağlılığını artırdı.

Şüphesiz bu dönemde insanlık, Ahir
zaman Peygamberinin zuhurunu gözetiyordu.
Bizzat Herakliyus bu mesele ile özel bîr şekilde ilgileniyordu. Nitekim,
önceden geçtiği gibi Nücum ilminde temayüz etmiş olan İlyâ (Kudüs)
Piskoposuna mektup yazarak, ilmi nücûm sayesinde Ahir zaman
peygamberinin
zuhur ettiğini anladığını haber veriyor ve onun bu
husustaki fikirlerini soruyordu.

Ebu Süfyan şöyle anlatır: "Kureyş
tacirlerinden meydana
gelen bir grubla Suriye'ye gitmiştik... Vallahi! Gazze'de bulunduğumuz
sırada onun emniyet amiri (yani Herakliyus'un), üzerimize geldi ve: "Siz
şu Hicaz'da ortaya çıkan adamın (yani Rasülullah'ın)
kavminden misiniz?" diye sordu. 'Evet" dedik, "O halde benimle hükümdara
kadar geliniz" dedi. Birlikte hükümdarın huzuruna gelince hükümdar:
"Peygamber olduğunu söyleyen şahsın en yakın
akrabası hangisidir?" diye sordu. 'Ben" dedim. Bunun üzerine
hükümdar "Onu yakınıma getiriniz" dedi. Müteakiben beni
karşısına arkadaşlarımı da, benim arka
tarafıma oturttu. Ondan sonra tercümanına döndü: "(Ebu
Süfyan'ın arkasında duran Kureyş tacirlerini kastederek) Onlara
söyle, ben o zat hakkında buna (Ebu Süfyan'a) bazı şeyler
soracağım, eğer yalan söylerse onu tekzib etsinler." dedi.
Ebu Süfyan der ki: "Vallahi! Yalan söylemiş olsaydım, onlar
beni tekzib etmezler, yalanımı yüzüme vurmazlardı, lâkin ben
kendisine yalan yakışmayan ulu bir kişiydim, onun hakkında
doğruyu söylemenin, yalan söylemekten kolay olduğunu anladım.
Zira eğer ben onun hakkında yalan söylemiş olsaydım,
arkadaşlarım bunu unutmaz sonra yüzüme çarparlar, halka
söylerlerdi, bu yüzden onun hakkında doğruyu söyledim."
Herakliyus: "Aranızda zuhur edip, peygamberlik iddia eden şu zat
hakkında bana bilgi ver." dedi. Ben, Muhammed'in işini küçültmeğe
ve değersiz göstermeğe başladım ve kendisine: "Ey Hükümdar!
Onun işine bu kadar ehemmiyet vermene gerek yoktur, onun durumu sana
ulaştığı kadar yüce değildir" dedim. Benim sözlerime
aldırmaksızın: "Onun durumuyla ilgili soracaklarıma
cevap ver" dedi. Ben de "istediğinizi sorun" dedim.
Herakliyus: "İçinizde onun nesebi nasıldır?" diye
sordu. "Onun nesebi içimizden yücedir" dedim. "Onun soyundan bu
sözü ondan önce söylemiş (Peygamber olduğunu belirtmiş), ona
benzeyen, başka biri var mıdır?" dedi. "Yoktur"
dedim. "Sizin aranızda onun bir saltanatı vardı da, o
saltanatı elinden çekip aldığınız için mülkünü
geri almak maksadıyla böyle bir iddia ile mi ortaya çıktı?"
dedi. "Hayır" dedim. "Sizin aranızda ona tabi
olanların durumundan haber ver. Ona inananlar halkın hangi
kesimindendir?" diye sordu. "Zayıflar, fakirler, gençler ve kadınlar
inanıyorlar. Kavmindeki yaşlılar ve üstünlük sahibi
kimselerden kendisine hiç inanan yok." cevabını verdim. "Ona
tabi olan onu seviyor, bağlanıyor mu, yoksa ondan ayrılıyor
onu terkediyor mu?" dedi. (Başka bir rivayette "onlardan herhangi
biri, ona kızıp dininden dönüyor mu?" şeklindedir.) Ben:
"Ona inanıp da ondan ayrılan bir adam yoktur" dedim. "Kendisinin
sulhü bozduğu var mıdır?" dedi. Bana sorduğu
şeylere cevap verirken, daha başka sözler de katarak onu
(Rasülullah'ı)jurnal
edecek bir şey bulamıyordum. "Hayır! Sulhü bozmaz, ancak
biz onunla bir süredir sulh (Hudeybiye'yi kasdediyor) halindeyiz,
bozmayacağından
emin değiliz." dedim. Ebu Süfyan: "Bana kendiliğimden bir
şeyler katmağa imkan verecek bu sözden başkasını
bulamadım. Vallahi! Bu sözüme de iltifat etmedi." demiştir.
Sonra söze yeniden başlayarak, tercümana döndü: "Ona de ki, ben
sana o şahsın neseb durumunu sordum, sen, kendisinin içinizde en
soylu neseb'e mensub olduğunu belirttin. Peygamberler de zaten böyle
Allahu Teâlâ tarafından kavimlerinin en soylu aileleri içinden seçilip
gönderilir. İçinizde bu sözü daha önce söyleyen (Peygamber olduğunu),
kendisine benzemek istediği biri var mıydı? diye sordum.
Hayır yoktur, dedin. İçinizde, mülk ve saltanatını elinden
aldığınız bir hükümdar vardı da, onun mülkünü ele
geçirmek arzusuyla mı bu sözle ortaya çıktı? diye sordum.
Hayır karşılığını verdin. Ona
inananların daha ziyade kimler olduğunu sordum, zayıflar,
fakirler, gençler ve kadınlar olduğunu bildirdin. Her zaman
peygamberlere tabi olanlar bunlar olmuştur. Senden ona inananların ona
bağlanıp sevdikleri veya ondan ayrılıp,
uzaklaştıkları hususunda sordum. Ona tabi olanlardan şimdiye
kadar ayrılan olmadığını bildirdin. İmanın
tadı işte böyledir, çıkacağı bir kalbe girmez.
(Başka bir rivayette, "tadı, sevinci kalblere karışan
iman böyledir." şeklindedir.) Yaptığı andlaşmaya
ihanet eder, bozar mı? dedim. Hayır dedin. Eğer, hakkında bu
söylediklerin doğru ise, o zat (Rasülullah) şu ayaklarımın
bastığı yer üzerinde bana karşı üstünlük sağlayacak,
galip gelecektir. Onun yanında olmak ve ayaklarını yıkamak
isterdim. Artık işine gidebilirsin." Ebu Süfyan der ki:
"Bunun üzerine onun huzurundan ayrıldım,
arkadaşlarımla başbaşa kalınca ellerimi birbirine
vurarak şöyle diyordum: Ey Allah'ın kulları! İbn Ebî Kebşe'nin
(yani Rasülullah (s.a.)'in) işi hakikaten büyüdü."

Rivayetlerinin birinde Taberî şöyle
haber veriyor: "Suriye'den
Kostantiniyye (İstanbul)'ye dönmek üzere bulunan Herakliyus, Rasülullah
(s.a)'ın mektubu kendine ulaşınca rumları topladı ve
onlara: "Ey Rum cemaatı! Sizlere önemli bir işi
arzedeceğim, onu size anlattıktan sonra bunun üzerinde düşünün
ve kararınızı verin" dedi. Huzurundakiler: "Bu iş
nedir?" diye sorunca: "Biliyorsunuz, vallahi bu zat, Allah
tarafından gönderilmiş bir Peygamberdir. Şüphesiz ki, biz onu
kitaplarımızda buluyor, bize anlatılan sıfatıyla
biliyoruz. Geliniz ona tabi olalım da dünya ve âhiretimiz selâm ve
esenlik üzere olsun." dedi. Rumlar: "Mülk ve saltanatça üstün,
nüfusça kalabalık, ülkemiz de onların ülkesinden daha büyük ve
verimli olduğu halde, arabların emrine mi gireceğiz?"
dediler. Herakliyus: "O zaman geliniz, ona her yıl vergi ödeyeyim de,
bu vergi sayesinde, onun bize savaş açmasından emin olarak müsterih
olalım." teklifinde bulundu. "Nüfus, mal, mülk ve saltanat bakımından
onlardan üstünüz. Ülkemiz de ülkelerinden verimlidir. Böyle olduğu
halde aşağılık ve zelil araplara haraç mı
vereceğiz? Vallahi bunu ebediyyen kabul edemeyiz." dediler.
Herakliyus: "Pekala, gelin kabul edin de, Suriye toprağını
ona verip, Şam bölgesi (Suriye, Filistin, Ürdün, Dımeşk, Humus
ve Derb)'nin diğer taraflarının bizde kalması
şartıyla bir anlaşma yapayım." dedi. Onlar:
"Suriye toprağını ona vereceğiz ha? Halbuki sen, Suriye
toprağının, Şam bölgesinin en verimli yöresi olduğunu
biliyorsun? Vallahi bunu asla yapamayız." dediler. Herakliyus
tekliflerini kabul etmediklerini görünce şöyle dedi: "Vallahi!
Ondan kaçındığınız takdirde, kendi şehrinizde
size galip geldiğini göreceksiniz." Sonra katırına bindi,
onların huzurundan ayrıldı, Suriye topraklarının
bittiği mevkie gelince, Suriye tarafına dönerek: "Elveda Ey
Suriye." dedi ve atını tekmeledi, hızlı bir
şekilde Kostantiniyye'ye gitti."

Bütün bu anlatılanlardan anlaşıldığına
göre,
muhtelif arapça rivayetler, Herakliyus'un İslâm'ı kabule
meylettiği hususunda neredeyse görüş birliğindedirler.
Rumların bu dine girmeği reddetmesinin en mühim sebepleri, İslâm'ın,
durumlarını küçük ve hakir görüp sömürdükleri arapların
dini olması ve Herakliyus'un devletinin ileri gelen ricali ve din
adamları yanında zayıf kalmasıdır. Nitekim o, evvela
İslâm'ı kabul edip etmemeleri hususunda onları serbest
bırakmış sonra da Suriye bölgesi toprağından bir bölümünü
vererek müslümanlarla anlaşma yapmak istemiştir.

Bilhassa elimizdeki tarihi kaynaklara
dayanarak bu devrede Herakliyus'un,
haricî tehlikelerle kuşatılmış olduğunu öğrendikten
sonra, Arapça kaynakların kaydettiği bu rivayetlerin
tamamının doğruluğuna güvenemeyiz. Her ne kadar, Avarlar ve
Slavlara (Sakaalibe) karşı zafer kazanmış, Suriye ve
Mısır'ı geri almış, 627 M. yılında Cezire bölgesinde
Ninova savaşında İranlılara karşı zafer kazanarak
askerleriyle İran topraklarına girip başşehir Medayin'i
tehdit etmiş (M. 628) olsa da, aynı dönemde İran Kisrası
Husrev'in ordusu Anadolu'yu geçerek İstanbul'u kuşatmış,
neredeyse İstanbul'u ele geçirecek duruma gelmişti.

Bazı rivayetlerde bildirildiği gibi,
Herakliyus'un durumu, zihnini
meşgul eden düşünceler ve aklına gelen tehlikeler, kendisini
İslâm'ı kabul etmeye sevketmiştir. Zira o, İranlılarla
yaptığı harbten çıktıktan hemen sonra, yeni bir düşmanla
harbe girmek istemiyordu. Çünkü o, yeni kurulan İslâm devleti
tarafından,
kendisine yönelecek yeni bir tehlike çıkacağını biliyordu.

Mısır, Filistin ve Suriye bölgelerinde
Müslümanlarla savaşmak
için kalabalık ordular toplaması, Mısır
Mukavkısının arablarla sulh yaptığını duyunca
ona kızarak Kostantiniyye'ye çağırıp sonra da sürgüne
göndermesi ve Mısır'a gönderdiği rum komutanları
azarlayıp arablarla savaşa teşvik etmesi, Herakliyus'un bu
işte dînî olmaktan ziyade siyâsî sebebler gözettiğini gösteren
delillerdir. Herakliyus, 641 yılında müslümanların Babylon
kalesini muhasaraya devam ettikleri sırada ölmesine kadar aynı
şekilde hareket etmiştir.

Arap tarihçilerini, Herakliyus'un
İslâm'a girmeğe
niyetlendiğini, kabule iten sebeblerden biri şüphesiz Taberî'nin
kaydettiği şu hadisedir:

"Herakliyus, Dıhye el-Kelbî'yi
(Rasülullah'ın elçisi) ağırladı
ve ona kıymetli hediyeler ve güzel elbiseler verdi.”O Ancak Hısmâ
bölgesine geldiği sırada Cüzam kabilesinden bazıları
Dıhye'nin yolunu kestiler, elindeki hediyelerin tamamını
gasbettiler. Dihye, Medine'ye gelince evine girmeden Rasülullah'a
gelerek
durumu arzetti. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.), bir seriyye'nin başında
Zeyd b. Harise'yi Hısmâ'ya gönderdi.

Bu haberde bildirilen olayların
doğruluk ihtimalini kabul etmekle
beraber, Herakliyus'un Dıhye'ye lütufkâr davranıp hediye ve
bahşiş vermesinin, Rasülullah'ın durumunun güçlenmesinden
korktuğu için müslümanların kaîblerini kendisine
ısındırmak maksadıyla başvurduğu bir nevi
siyasetten ileri geçmediğini düşünmek de mümkündür.
Herakliyus'un devlet adamlarını toplayıp, onlara İslâm
dinini arzettiği esnada, kabul etmediklerini ve kendisi bu dine
girdiği takdirde isyan edeceklerinde kararlı olduklarını
anlayınca bu tekliften vazgeçmesi, bu görüşün doğruluğunu
gösteren en büyük delildir. Sonunda o şöyle demişti: "Ey Rum
topluluğu! Bunları, yeni çıkan din karşısında,
sizin kendi dininize olan bağlılığınızı
denemek için arzettim. Şüphesiz sizde beni sevindirecek şeyler gördüm."

Bizans İmparatoru Herakliyus tarafından
Mısır
idareciliğine getirilmiş olan Mukavkıs'a gelince, o da Peygamber
(s.a.)'in elçisi Hâtib b. Ebî Beltaa'ya hediye vermede Herakliyus'dan
daha
geri kalmadı. Arap tarihçileri, onun elçiyi güzel karşıladığı
ve "Bir peygamberin geleceğini biliyordum, fakat, onun Şam'dan
çıkacağını
sanıyordum. Ondan önceki peygamberler buradan çıkmıştır.
Şimdi görüyorum ki o, yoksul ve fakir bir ülkede Arapların içinde
zuhur etmiş. Kıptîler ona tabi olma hususunda bana itaat etmezler ve
ben, seninle yaptığım bu konuşmanın
duyulmasını da istemem." şeklinde cevap verdiği
hususunda hemen hemen ittifak etmektedirler.

Mukavkıs, Peygamber (s.a.)'e hediyeleri
göndererek elçiyi yolcu etti.
Tarihçiler, bu hediyelerden Mâriyei Kıptiye (r.a.) ile kız
kardeşi ve birtakım kıymetli eşyalar hususunda ittifak
etmektedirler. Peygamber (s.a.)'in Mâriyei Kıptiyye adında bir
cariyesinin bulunduğu ve bundan İbrahim adında bir oğlunun
doğduğu hususunda tarihçilerin ittifakına istinaden, bu
rivayetin doğruluğuna güvenebiliriz.

Mukavkıs'ın, Hâtıb b. Ebî Beltaa'yı iyi
karşılaması ve aralarında Mâriye (r.a)'nin de bulunduğu
hediyeleri göndermesi neticesinde, Peygamber (s.a.), Mısır halkı
Kıptileri övmüş ve onlar hakkında iyi
davranılmasını tavsiye etmiştir. Nitekim Rasülullah şöyle
emretmişti: "Allah benden sonra size Mısır'ın fethini
nasip edecektir, o zaman Kıptilere iyi davranın, çünkü içinizde
onların damadı ve hakları vardır.

Necâşî'ye gelince, İslâm tarihçilerinin
müslümanlığı
kabul ettiğini te'kit etmesine, hayatı boyunca Muhammed (s.a) ile çok
iyi ilişkiler içinde olmasına rağmen, bütün bunlar bizi O'nun
müslüman olduğunu kabule zorlayamaz. Nitekim güvenilir tarihçilerin
çoğu,
İslâmiyyetin Habeşistan'da epeyce bir zaman sonra
yayıldığı hususunda nerede ise ittifak etmişlerdir.
Taberî ve ibnu'l-Esîr'in rivâyetleri de bunu göstermektedir. Bunların
rivayetine göre "Hz. Ömer zamanında Habeşliler, İslâm
ülkesinin bazı sınır bölgelerine saldırmış ve
yağmalamışlardı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Alkame b.
Mucezziz el-Müdlicî komutasında bir müslüman birliğini deniz
yoluyla onlara karşı savaşmak üzere gönderdi; fakat bu birlik
hezimete uğrayıp imha edildiği için o, hiçbir kimseyi
denizyoluyla savaşa göndermemeye karar verdi.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://islami.webyardim.org
 
RASÜLULLAH (S.A.)'M HÜKÜMDAR VE EMİRLERE MEKTUPLARI:
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi :: DİNİ BÖLÜM YAZILARI(RELIGION SECTION ARTICLES ) :: HZ.MUHAMMED MUSTAFA S.A.V(Muhammad Mustafa S.A.V)-
Buraya geçin: