İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi

http://islami.webyardim.org
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 TEBÜK SEFERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
usok22
kurucu
usok22


Mesaj Sayısı : 8175
Kayıt tarihi : 22/05/10
Yaş : 36
Nerden : Bursa

TEBÜK SEFERİ Empty
MesajKonu: TEBÜK SEFERİ   TEBÜK SEFERİ Icon_minitimeC.tesi Haz. 19, 2010 12:31 pm

TEBÜK SEFERİ

Hz. Peygamber'in
Hicretin dokuzuncu yılında, Şam'da toplanan kırkbin kişilik
Bizans ordusuna karşı çarpışmak üzere Medine'den Tebük'e
kadar sevkettiği en son ve en güçlü askerî hareket.


Tebük arap
yarımadasının kuzeyinde Medine ile
Şam'ın ortasında bir yerin adıdır. Suyu ve hurmalığı
olan bir yerdir. Bu savaş yolculuğunun son ucu burası olduğu
için "Tebük Gazası" adı ile anılmıştır.
Bu seferde savaş olmamış fakat en güçlü bir İslâm ordusu
techiz edilmiş, böylece askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer
kazanılmıştır.


Seferin nedeni: Bizans
İmparatoru Heraklius'a bir mektup
yazan Suriye'li hristiyanlar, Muhammed'in öldüğünü, müslümanların
da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine
asker gönderilirse, onları kendi dinine katmanın tam zamanı
bulunduğunu bildirdiler (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VI, 191). Bunun
üzerine
Heraklius silahlandırdığı kırk bin kişilik askeri
bir gücü Kubad'ın komutası altında yola çıkardı. Cüzam,
Lahm, Gassân ve Âmile adını taşıyan arap kabilelerinin de
Rumlarla birlikte hareket edecek!eri haberi Medine'ye ulaştı. Zaten
Allah'ın elçisi kuzey sınırından güvende değildi. Böyle
bir askerî harekât hazırlığını
öğrenince genel seferberlik ilân etti. Allah'ın Resulu diğer
gazvelerde genellikle seferin nereye olacağını gizli tutarken bu
defa Bizans ordusuna karşı bir sefer düzenleneceğini açıklamıştı.
Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sıcak
ve kurak, düşman güçlü idi. Ordunun buna göre hazırlık
yapması gerekiyordu. Mekke'den ve diğer arap kabilelerinden asker
toplamak için de görevliler çıkarılmıştı.


Sıcak, kuraklık,
kıtlık, uzaklık ve
güçlü düşman unsurları bu seferi "güç ve zor bir sefer"
haline getirmişti. Bu yüzden seferin rastladığı zamana
Kur'an-ı Kerim'de "Sâatü'l-usre" (güçlük zamanı)
denilmiş, bu sefere de Kur'an dilinden alınarak "Gazvetü'l usre
(zorluk gazâsı)" adı verilmiştir. Bu sefere katılan
orduya da "Ceyşü'l-usre (Güçlük ordusu)"
denilmiştir (bk. et-Tevbe, 9/117; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc ve
Şerh, Kamil Miras, 6. Baskı, Ankara 1983, X, 408, 409; İbn İshak,
İbn Hişam, es-Sîre, IV, 161; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 75; Vâkıdî,
Meğâzî, III, 991).


Hz. Peygamber savaş
için hazırlık yapılmasını
emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, ürünün hasat zamanı
oluşu ve insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde
oturmayı sevmesi yüzünden, böyle sıkıntılı bir
yolculuğa isteksizlik vardı. Ashab-ı kiramın ağır
davranması dikkati çekmişti. Bu yüzden
Allah'u Teâlâ müminleri şöyle uyardı:


"Ey iman edenler! Size
ne oluyor da: Allah yolunda
cihata çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan
alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz
ahireti bırakıp, sadeœ dünya hayatına mı razı oldunuz?
Halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek
az ve değersizdir" (et-Tevbe, 9/38). Devamı ayetlerde, eğer
bu cihata çıkmazlarsa can yakıcı bir azapla karşılaşacakları,
bunun zararının Allah'a değil kendilerine olacağı,
Allah'ın Resulune yardım etmeseler
bile, Allah'ın O'na yardım edeceğini, nitekim Mekke'den hicret
ederken de Resulullah'a yardım edildiği, mağarada da o, arkadaşına;
"üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu, böylece Allah'ın
Resulune emniyet ve güven verdiği, şimdi
de aynı yardımı yapabileceğini bildirdi (et-Tevbe, 9/39,
40).


İİslâm toplumu su
ayetle topluca cihata çağrıldı:
"Ey müminler! Güçlünüz zayıfınız hep birlikte savaşa
koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat
edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (et-Tevbe,
9/41).


SAHABENIN ORDUYA
YARDIMLARI:



Hz. Peygamber her gün
minberine oturur ve "Allahım!
Sen şu bir avuç İslâm toplumunun yok olmasına fırsat
verirsen, artık yeryüzünde sana ibadet olunmaz" diyerek yalvarır
ve müminleri mallarıyla ve canlarıyla cihata teşvik ederdi.
Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardım getirmeye başladılar.


Hz. Ömer bu sefere
dörtbin dirhem gümüş para (beş
dirhem yaklaşık bir koyun bedeli) getirmiş ve Hz. Peygamber'in
"Geride ne bıraktın?" sorusuna "malımın yarısını"
diye cevap vermiştir (İbn Esîr, Üsdü'l-Gâbe, III, 326-327; M. Asım
Köksal, İslâm Tarihi, 2. baskı, İstanbul, t.y., IX, 156, 157).
Hz. Ebû Bekir de dörtbin dirhem getirince, Allah elçisinin "Aile
fertleri için ne bıraktın?" sorusuna; "Onlara
Allah ve Resulunü bıraktım" diye cevap verince, bunu işiten
Hz. Ömer hayır yarışında Ebû Bekir'i geçemeyeceğini
belirterek ağlamıştır (Vakıdî, Meğâzî, III,
991; İbnü'l-Esîr a.g.e., III, 327).


Abdurrahman b. Avf da
sekizbin dirhem sermayesinin yarısını
getirince Allah elçisi; "Allah senin getirip verdiğini de, ev halkın
için ayırdığını da bereketlendirsin" (Vâkîdî,
Meğâzî, III, 991; Taberî, Tefsir, X, 197) diye dua etmiştir.


Hz. Osman ise ordunun
techizinde en büyük yardımı
yapmıştı. O, üçyüz deve, yüz at bağışlamış,
ayrıca bin altın lirayı Resulullah'ın kucağına dökünce,
Allah elçisi; "Ey Allah'ım! Ben Osman'dan râzıyım, sen de
razı ol” diye dua etmiş ve Osman'ın bundan sonra olmuş
olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını
bildirmiştir (bk. Ahmed b. Hanbel, IV,
75; Vâkıdî, a.g.e., III, 991; İbn Ishak, İbn Hişâm, Sîre,
IV, 161). Ayrıca Hz. Osman'ın birer altın sarfı ile onbin
askeri techiz ettiği, su içtikleri kapların ağız bağlarına
ve askı iplerine kadar sağlanmadık ihtiyaçlarının bırakmadığı
nakledilmiştir. (Vâkıdî, Megâzî, III, 991; Belâzurî, Ensâbü'l-Eşraf,
1, 368).


Malî durumu zayıf
olanlar da ellerinden gelen yardımı
yapıyorlardı. Hz. Peygamber; "Kim bugün bir sadaka verirse
sadakası kıyamet günü Allah katında onun lehine şahitlikte
bulunacaktır" buyurunca, bir adam başına sardığı
sarığı vermiş, siyah, hor görünüşlü bir yoksul da
çok güzel bir deveyi bağışlayıp gitmişti. Ebû Ukayl
iki ölçek hurma karşılığında sabaha kadar su çekmiş,
bir ölçeğini ev ihtiyacı için ayırmış, bir ölçeğini
de orduya bağışlamıştı.
Hz. Peygamber onun için de hayır ve bereketle dua etti (Taberî, Tefsir,
X, 194, 195). Başka bir yoksul Ulbe b. Zeyd ise malı, mülkü, biniti
olmadığı için cihata hiçbir katkısı olamayışından
çok üzgündü. Gece namazından sonra Allah'a niyazda
bulundu, imkânlarının olmayışından yakındı.
Ertesi gün sıkılarak, alay edilmeyi göze alarak çok az bir meta'ı
Hz. Peygamber'e getirdi. Bu da sadakalara karıştırıldı.
Ertesi gün Hz. Peygamber az bir sadaka veren bu yoksulu davet etti ve
şöyle
buyurdu: "Muhammed'in varlığı,
kudreti elinde bulunan Allah 'a yemin ederim ki, sen sadakası kabul
olunanların Divan'ına yazıldın" (İbn Kayyim, Zâdu'l-Meâd,
Mısır 1390/1970, III, 4; Vâkıdî, a.g.e., III, 994; İbn
Hacer, el-İsâbe, II, 500).


Kadınlar da ellerinden
gelen yardımı yapmaktan
geri durmuyorlardı. Ümmü Sinan el-Eslemiyye şöyle anlatır:
"Hz. Âîşe'nin evinde Resulullah (s.a.s)'ın önüne serilmiş
bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar,
yüzükler,
küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak bir
takım kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve
savaşta işe yarayabilecek bir takım şeyler bulunuyordu"
(Vâkıdî, Meğâzî, III, 991, 992).


Tebük Seferi ve
Münafıklar:


Münafıklar müminleri
başarıya götürebilecek
her önemli işte olduğu gibi gerek Tebük gazvesi hazırlıkları
ve gerekse yolculuk sırasında bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar.


Münafıkların başı
Abdullah b. Ubey b.
Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla
birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi
biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalışıyordu
(Ahmet Cevdet Paşa, Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin
Tarihleri, İstanbul 1977, I, 206).


Münafıklardan bir
topluluk hiçbir özürleri olmadığı
halde Tebük seferine katılmamak için Hz. Peygamber'den izin istediler.
Allah'ın Resulu seksenden fazla münafığa izin verdi. Kimi münafıklar
da ganimet almak için Tebük ordusuna katılmış ve gittikleri
yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmamışlardır (İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, 160 vd.; Taberî, Tarih, III,
142 vd.; Vâkıdî, Megâzî, III, 995; et-Tevbe, 9/66).


Orduya özürsüz
katılmayan münafıklarla ilgili
çeşitli ayetler indi. Bazıları şunlardır: "Onlardan
bazısı peygambere: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme"
diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdir. Şüphesiz
cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır" (et-Tevbe,
9/49). "Cihatdan geri kalanlar, Allah'ın Resulune muhalefet ederek
oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla
cihat etmeyi hoş görmediler. "Bu sıcakta savaşa çıkmayın
" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır".
Keşke bilseydiler. Yaptıklarının cezası olarak, artık
az gülsünler çok ağlasınlar" (et-Tevbe, 9/81, 82; ayrıca
bk. 9/42-48, 63-64, 79, 83, 86, 87, 90, 93-96).


YAHUDI SÜVEYLIM 'IN
EVININ YAKILMASI:


Münafıklardan bazı
kişilerin
Yahudi Süheylim'in Casum mevkiindeki evinde toplanıp, Tebük gazasına
çıkacak halkı Hz. Peygamber'in etrafından dağıtmak üzere
toplandıkları haber alındı.


Bunun üzerine Allah
elçisi Talha b. Ubeydullah'ı (ö.
36/656) bazı sahabelerle birlikte onlara gönderip Süveylim'in evini
ateşe
vererek üzerlerine yıkmasını emretti. Emir yerine getirildi.
Dahhâk b. Halîfe evin damından atlayınca ayağı kırıldı.
İbn Übeyrık ve arkadaşları ise damdan atlayıp kaçtılar
(İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 160; Diyarbekri, Hâmis,
II, 124).


İHMALCILIK YÜZÜNDEN
SEFERE KATILMAYAN MÜSLÜMANLAR:


Mümin oldukları halde
ihmalcilik yüzünden sefere katılamayanlar
da olmuştu. Bunlar: Kâ'b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî' ve Hilâl b. Ümeyye
(r. anhüm) idi.


Kâ'b b. Mâlik; Akabe'de
Hz.
Peygamber'e bey'at etmiş, Bedir dışında tüm gazalara katılmıştı.
Tebük seferine katılmak için her türlü imkâna sahip olduğu halde
sırf ihmalciliği nedeniyle bu gazaya katılamadığını
şöyle belirtmiştir: "Hz. Peygamber bu gaza için hazırlanmaya
başladılar. Ben de onlarla
birlikte yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin
evden çıkıp dolaşır, hiç bir iş görmeden akşam
üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazırlanmak için çok vaktim var,
derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda Resulullah ve ashabı
birden yola çıkıverdiler" (Vâkıdî, Meğazî, III,
997, 998).


Diğer iki sahabe de
benzer ihmal içinde olup gecikmişler
ve sefere katılmamışlardı. Ancak daha sonra bu üç sahabe
ruhen çok daraldı ve dünya kendilerine dar geldi. Onların bu sıkıntısı
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: "Ve savaştan
geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine
rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece
sıkıldığı, Allah'tan başka bir sığınak
olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye,
Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki,
Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe,
9/118).


ÖZÜR NEDENIYLE SEFERE
KATILAMAYANLARIN ECRE ORTAK OLUŞU:


Ashab-ı kiramdan meşrû
özürleri yüzünden Tebük
gazvesine katılamayanların, katılan askerlerin kazandığı
tüm ecre ortak oldukları hadis-i şerifle sabittir.


Enes b. Mâlik (r.a)'den
rivayete göre Hz. Peygamber Tebük
seferi sırasında şöyle buyurmuştur: "Medine'de bir
topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her
yürüyüşümüzde,
onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl
bizimle
birlikte olur?" diye sorunca da; "Onları burada bulunmaktan (hastalık,
gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir" (Buhârî,
Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbu'l-Ensâr, 1, 3, Megâzî,
56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras,
Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)


TEBÜK'E BÜYÜK YOLCULUĞA
İMKÂN BULAMAYANLARIN AĞLAYIŞI:


Varlıklı sahabelerin
yardımı ile ihtiyaçlı
gaziler techiz ediliyor, fakat sayı çok fazla olduğu için bu yardım
da yetişmiyordu. İslâm tarihinde "ağlayanlar" diye anılan
yedi kişi Resulullah (s.a.s)'a gelerek, bu gazveye katılmak
istediklerini, fakat binit ve yiyeceklerinin bulunmadığını
bildirdiler. Hz. Peygamber'in kendilerine binit kalmadığını
söylemesi üzerine bu yedi kahraman ağlayarak
geri dönmüşlerdi. Bunlar Salim b. Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Ebû Leylâ
el-Mâzinî,
Seleme b. Sahr, Irbâd b. Sâriye; bir rivâyete Abdullah b. Muğaffel ve
Ma'kıl b. Yesâr veya Amr b. Gunme (r. anhüm)'dür. Onların bu hali
Kur'an-ı
Kerim'de şöyle haber verilir: "Cihada çıkabilmek için binek
vermen için sana geldikleri vakit: "Size verecek bir binit bulamıyorum"
dediğinde, savaş araç ve gereçleri bulamadıklarını üzülüp
gözleri yaşla dolu olarak geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur"
(et-Tevbe, 9/92).


Bunun üzerine bu yedi
mücahidden ikisine İbn Yamin,
ikisine Hz. Abbas b. Abdilmuttalib, üçüne de Hz. Osman binit sağlamıştır
(İbn İshak, İbn Elisâm, Sîre, IV, 161, 162; Vâkıdî, Megâzi,
III, 994; Taberî, Tarih, III, 143).


TEBÜK YOLCULUĞUNUN
BAŞLAMASI:


Hz. Peygamber (s.a.s)
Tebük gazasını Medîne'den
Hicretin 9. yılı Recep ayında perşembe günü çıkmıştı.
Çünkü O, cihada perşembe günü çıkmayı severdi. Bu,
Resulullah (s.a.s)'ın sonuncu gazası oldu.


Medine'de vekil
bırakılan Hz. Ali için münafıkların
"Muhammed, Ali'yi onda görüp hoşlanmadığı bir şey
için geri bırakmıştır" gibi dedikodular yapması
üzerine, Hz. Ali silahlanıp Cürf mevkiinde Hz. Peygamber'e yetişti.
Resulullah'ın geliş nedenini sorması üzerine hakkındaki
dedikodudan söz etti. Hz. Peygamber; "Onlar
yalan söylemişlerdir. Ben seni arkamda bıraktıklarıma vekil
tayin ettim. Hemen geri dön, gerek benim ev halkım ve gerekse senin ev
halkın içinde vekilim ol. Sen bana göre, Musa'ya göre Harun'un durumunda
olmak istemez misin? Ancak benden sonra
Peygamber gelmeyecektir" dedi. Hz. Ali; "Ey Allah'ın elçisi öyledir"
diye cevap verdi ve Medîne'ye geri döndü" (İbn İshak, İbn
Hişâm, Sîre, IV, 163, İbn Sa'd, Tabakât, III, 24 25, Taberî, Tarih,
III, 144, İbnü'lEsîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 278).


Hz. Peygamber'in
komutasındaki onbin kişilik İslâm
ordusu Medine'den Tebük'e kadar onsekiz yerde konakladı, ondokuzuncu
konaklama yeri Tebük oldu. Bu konaklama yerlerinde namaz kılınan
yerler günümüzde de adlarıyla mescit olarak bilinmektedir. Zülhuşub,
Feyfâ, Zülmerve, Rak'a ve Vâdilkurâ mescidleri gibi .


Yolculuk sırasında ve
konaklama yerlerinde pek çok
ibretli ve hikmetli olaylar vuku buldu. Allah'ın elçisi yol boyunca
öğütlerini
sürdürdü. Bunlardan bazıları şunlardır:


1) Sekizinci konaklama
yeri olan Hicr'da olanlar:


Hicr, Semûd kavminin
yaşayıp helâk olduğu
yerdir. Salih Peygambere isyan eden bu topluluğu Yüce Allah korkunç bir
haykırışla helâk etmişti (bk. el-A'râf, 7/73-9; el-Hicr,
15/80-84; eş-Şuarâ, 26/141-159; Hûd, 11/61-68; en-Neml, 27/45-53).
Hz. Peygamber bu kavmin mucizeleri gördükleri halde peygamberlerine
karşı
gelmelerini açıkladı ve bu yerden hızlı geçilmesini emir
buyurdu.


Hicr kuyularından
alınan suları döktürdü ve
bununla hazırlanan ekmek hamurlarının develere yedirilmesini emir
buyurdu (Vâkıdî, Megâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, II, 9: Asım Köksal,
a.g.e., IX, 185 vd.). Böyle hüzünlü bir beldeye neş'eyle girilmesini,
Hıcr'da
oturan halkla temas etmemelerini emir buyurdu (Vâkıdî, Meğâzî,
III, 1008; Ahmed b. Hanbel, V, 231).


Allah elçisi, Hicr'da
gece
şiddetli kasırganın kopacağını, bu yüzden
kimsenin yanında arkadaşı olmaksızın dışarı
çıkmamasını ve develerin dizlerinin bağlanmasını
bildirdi. Kasırga çıktı ve uyarıya uymayan iki kişiden
birisi nefes darlığına uğradı, diğerini fırtına
sürükledi.


Mücahitler Hicr'da
sabahlayınca şiddetli
susuzlukla karşılaştılar. Allah elçisi özellikle Hz. Ebû
Bekir'in yağmur duası yapmasını istemesi üzerine, ellerini
kaldırıp yağmur için dua etti. Daha ellerini indirmeden yağmur
yağmaya başlamıştı (İbn İshak, İbn Hişâm,
Sîre, IV, 165; Taberî, Tefsîr, XI, 55; Tarih, III, 144). Bunun üzerine
daha
önce; "Muhammed hak peygamber olsaydı, Musa peygamber'in Allah'tan
yağmur
istediği ve yağdırdığı gibi, O da yağmur
ister ve yağdırırdı" diyerek dedikodu yapan
münâfıklar seslerini kesmişlerdi.

Hz. Peygamber'in devesi "Kasvâ"ın
kaybolması:


Bir konaklama yerinde
Resulullah (s.a.s)'in devesi Kasvâ
kaybolmuş ve aramalara rağmen bulunamamıştı. Benî
Kaynuka Yahudilerinden müslüman olan Zeyd b. Lusayt adlı münafık;
"Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve size göklerden haberler
veren Muhammed bugün kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor" diyerek
müminlerin
kalbine şüphe sokmaya çalışıyordu. Bunu haber alan
Resulullah (s.a.s), Cebrail (a.s) haber vermesi üzerine devenin
bulunduğu yeri ve ipinin bir dala takılı bulunduğunu
bildirdi ve "Allah'a yemin olsun ki, gerçekten ben, bir şeyi Allah
bana bildirmedikçe bilemem" buyurdu. Gerçekten o yana giden sahabiler
deveyi bulup getirdiler (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 166,
167; Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).


Zeyd b. Lusayt bu
olaydan sonra, ertesi sabah kalbindeki Hz.
Muhammed'in peygamberliği konusundaki şüphelerinin yok olduğunu
söylemiştir (Vâkıdî, Megâzî, III, 1010). Bazıları onun
tövbe ettiğini söylerken Hârice b. Zeyd gibi bazı sahabiler de onun
tövbe ettiğini kabul etmemişlerdir (İbn İshak, İbn Hişâm,
IV, 167;Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).

Abdurrahman b. Avf'ın imam oluşu:

Hicr'le Tebük arasında
bir konaklama yerinde tan yeri ağardıktan
sonra Allah elçisi ihtiyacını gidermek için uzak bir yere gitmişti.
Cemaat güneşin doğmasından korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)'ı
öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman rukû'da
idi. Cemaat Resulullah'ın geldiğini anlayınca neredeyse namazı
bozacaklardı. Abdurrahman da imamlıktan
çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in işareti ile namaza devam
etti.
Allah elçisi bir rekâtı imamla, bir rekâtı da selãmdan sonra ayağa
kalkarak tek başına kıldı. Namaz bitince de; "Güzel
yaptınız" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, IV, 247; Vâkıdî,
Megâzî, III, 1011).

Abdestte tek yıkama ve mestlere
meshetme:


Avf b. Mâlik'ten
rivayete göre, Hz. Peygamber Tebük seferi
sırasında yolcular için mestler üzerine üç gün üç gece, mukîm
olanlar için bir gün bir gece süreyle meshedilmesini emir buyurmuştur
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 27). Hz. Ömer'in bildirdiğine göre abdest
alınırken abdest azaları birer defa yıkanmakla yetinilmiştir
(Ahmed b. Hanbel, 1, 23).

Vaktinde kılınamayıp kaza edilen sabah
namazı:


Yolculukta Allah elçisi
uykuda iken kaldırılmamış
ve sabah namazı vakti çıkıp güneş bir mızrak boyu yükselmişti.
Resulullah (a.s) Bilâl'e: "Ben sana bu gece bizi bekle ve sabah olunca
uyandır" demedim mi?" buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de
uyuttu" dedi. Hz. Peygamber o yerden kalkıp biraz gittikten sonra,
önce sünneti sonra da farzı kaza etti (Vâkıdî, Megâzî, III,
1015, 1016).

Hz. Peygamber'in Tebük'te ashabı ile
istişare etmesi:


Tebük'e geldikten sonra
Şam üzerine yürünüp yürünmemesi
konusunda Allah elçisi ashabı ile istişare etti. Hz. Ömer: "Eğer
gitmekle emrolundun ise git" dedi. Hz. Peygamber: "Eğer bu konuda
Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım"
buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulu orada Rumlar çok
fazladır, müslümanlardan tek kişi bile yoktur, senin bu derece yakına
gelmen onları korkutmuştur.
Uygun bulursanız bu yıl buradan geri dönülsün veya yüce Allah bu
konudaki buyruğunu bildirir" Bunun üzerine Hz. Peygamber Tebük'ten
ileri geçmedi (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre; IV, 170;
İbn Sa'd, Tabakâl, II, 166; Vâkidî, a.g.e., III, 1019).

Diğer peygamberlere verilmeyip yalnız
Hz. Muhammed'e verilen beş
haslet:


Hz. Peygamber Tebük'te
gece namazını (teheccud) çadırının
önünde kıldığı bir gece, yanına gelen sahabilerle
sohbet ederken şöyle buyurmuştur: "Benden önceki
peygamberlerden hiç birisine verilmeyen şu beş şey bana verilmişti:


a- Önceki peygamberler
yalnız bir kavme gönderilmişken,
ben bütün insanlara gönderildim.


b- Yeryüzü bana mescit
ve temizlik aracı kılındı.
Bu yüzden namaz vakti nerede olursa teyemmüm edip namazımı kılarım.
Önceki ümmetler ise ibadetlerini ancak Kilise ve Havralarda yapabilirdi.


c- Savaş ganimetleri
bana helal kılındı.
Halbuki önceki peygamberlere helâl kılınmamıştı.


d- Bana şefaat makamı
verildi.


e- Ben bir aylık uzak
yerdeki düşmanın
kalbine korku salmakla yardım olundum" (bk. Buhârî, Teyemmüm, 1,
Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3, 4, 5; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî,
Mevâkît,
119, Siyer, 5; Nesâî, Cusl, 26; İbn Mâce, Tahâre, 90; Dârimî, Salât,
111, Siyer, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 250, 301,
II, 222, 240, 250, 312; Vâkıdî, Megâzî, III, 1021 vd .).


Hz. Peygambere ve
ümmetine ayrıcalık sağlayan
bu niteliklerin Bizans'a karşı yapılan böyle büyük bir harekât
sırasında açıklanması şu noktaları akla
getirmektedir.


Çevrede en güçlü olarak
bilinen Doğu
Roma imparatorluğuna karşı durabilecek bir güce sahip olan
İslâm topluluğu, yakında bu yöreleri ele geçirecek ve rum
diyarı İslâm'a girecek, böylece arap toplumları dışına
çıkan İslâm evrensellik özelliğine kavuşacaktır .


İslâm ordusu yolculuk
sırasında günlerce çeşitli
yer ve mevkilerde, arz üzerinde farz ve nafile namazları kılmış
ve böylece ibadetin yalnız mescidlerde yapılabileceği imajı
yerine namaza evrensel bir mescid anlayışı kazandırılmıştır.
Abdest ve gusülde de su yerine, gerektiğinde teyemmümle
yetinmenin uygulamaları yapılmıştır.


Bu gibi askeri
hareketlerde zafer sonrası elde edilecek
ganimetlerin beşte biri beytülmalin, beşte dördü de gazilerin hakkı
olmak üzere meşrû kılınmıştır. Bu da savaşlarda
ayrı bir teşvik unsurudur (bk. "Ganimet" mad .).


Çevrede bir aylık uzak
yerde bulunan düşman o gün
için Doğu Roma İmparatorluğu ve bunların başkanı
Heraklius olmalıdır. İmparatorun ve askerlerinin kalbine korku düştüğü
için Hicaz'a saldırıp yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları
halde bu cesareti gösterememişlerdir. Güçlü İslâm ordusunun hazırlıklı,
düzenli ve her çeşit savaş rizikosunu göze alarak Tebük'e kadar
gelmesi, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine
çevirmiştir.
Böylece düşman için, savaş olmasa bile güç hazırlamayı
emreden ayetin hükmü gerçekleşmiştir
.


Ayette şöyle buyrulur:
"Onlara karşı gücünüzün
yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki,
bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı
ve daha bundan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği
diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne
harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir, asla
haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl,
8/60).


Hz. Peygamber Tebük'te
bulunduğu sırada Halid b.
Velid'i dört yüz atlı ile bir hristiyan topluluk olan Dûmetülcendel'in
kralı Ükeydir b. Abdilmelik üzerine gönderdi. Dûmetülcendel Şam
yolu üzerinde Tebük'e yakın, sulu, hurma ve ekinleri bol, büyük bir
ticaret merkezi idi. Halid b. Velid az sayıda bir askerle bilmedikleri
bir
yörede kralı nasıl bulacaklarını sorunca, Allah elçisi onu
"yabanî sığır avlarken bulup
yakalayacağını" haber verdi.


Gerçekten Halid ve
arkadaşları kaleye yaklaştıkları
sırada normal kırsal kesimde az rastlanan bir yaban sığırının
kale kapısına yaklaşmakta olduğunu gördüler. Yukarıdan
Ükeydir ve ailesi de bu semiz hayvanı görmüşlerdi. Ükeydir
silahlanıp birkaç adamı ile birlikte sığırı
avlamak üzere kaleden dışarı çıkınca da onu yakaladılar
ve elleri bağlı olarak kalenin önüne getirdiler .


Orada Halid'le Ükeydir
arasında yapılan anlaşmaya
göre, Ükeydir Müslümanlara: İki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zırh
gömlek, dört yüz mızrak vermek ve Ükeydir ile kardeşi Mudad Hz.
Peygamber'e kadar götürülüp haklarında Allah elçisi hüküm vermek üzere
sulh oldular. Bundan sonra kaleye girilerek belirlenen ganimet malları
teslim alındı (bk. Vâkıdî
a.g.e., III, 1027, 1034; İbn İshak, İbn Hişam, Sire, IV, 169
vd; İbn Sa'd, Tabakât, II, 62, 166).


Eyle, Ezruh ve Cerba
Melikleri ile Sulh Anlaşması
Yapılması:


Hz. Peygamber Tebük'te
bulunduğu sırada Kızıldeniz'in
kuzeyinde ve Akabe körfezinin sonunda deniz sahilindeki Eyle hükümdarı
Yuhanna b. Ru'be, gelerek yıllık belirli miktarda cizye vermek üzere
kendisi ile sulh anlaşması yaptı. Hz. Peygamber Yuhanna'ya şu
ahitnameyi yazılı olarak verdi.


"Bismillahirrahmânirrahîm
. Bu, Allah ve Peygamberi
Muhammed'den Yuhanna b. Ru'be ile Eyle halkından denizdeki gemilerde
bulunanları ve karadaki gezen, dolaşanları için eman yazısıdır:
Gerek bunlar ve gerek Şam, Yemen ve deniz sahili halkından Eylelilerle
birlikte bulunanlar, Allah'ın ve Resulunün himayesindedirler.
Onlardan bir kötülük işleyeni yanındaki malı koruyamayacak, bu
mal, alana da helâl olacaktır. Denizde, karada herkes dilediği tarafa
yolculuk yapma hakkına sahiptir” (Ebu Ubeyd, el-Emvâl, Mısır
1388/1968, s. 287 vd; İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre,
VI, 169).


Eyle kralı Yuhanna ile
birlikte Ezruh ve Cerba halkı
temsilcileri de Tebük'e gelip Hz. Peygamber'le cizye vermek üzere
anlaşma
yaptılar. Bunlar her yıl Recep ayında saf altından yüz
dinar cizye ödemeyi kabul ettiler ve buna karşılık onlara birer
emannâme (güven mektubu) verildi. Bu iki topluluk da Eyleliler gibi
Yahudi
toplumudur (İbn Sa'd, Tabakât, 1, 289 vd; İbn İshak, İbn Hişâm,
Sîre, IV, 169; Vâkıdî, Megâzî, III, 1031).


MESCID-I DIRÂR OLAYI:

Hz. Peygamber Tebük'te
yirmi gün kadar kaldıktan sonra,
ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye
karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve
amaca ulaşılmıştı. O gün için daha fazla ileri gidip
kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fetih gibi bir amaçla
yola çıkılmamıştı. Üstelik Şam yöresinde bulaşıcı
bir hastalık (tâun) olduğu da haber alınmıştı.
Geri dönüş için yola çıkan ordu Ramazan'ın ilk günlerinde
Medîne'ye ulaştı. Hz. Peygamber Tebük'e giderken Medine'ye bir saat
uzaklıktaki Ziyevan köyüne geliniğinde
münâfıklardan bir heyet gelerek: "Ey Allah'ın Resulu! Biz
hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu
gecelerde
namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz
kıldırsanız,
hayır ve bereketle dua buyursanız" dediler.
Hz. Peygamber bunun dönüşte olabileceğini söylemişlerdi. Bunun
üzerine Tebük dönüşü bu sözü Allah elçisine hatırlatıp
yeni yapılan mescide gelmesini rica ettiler.


Bu mescid Ebû Âmir
Fâsık adlı bozguncu münafık
ve fasığın teşviki ile münafıklarca Kuba Mescidinin
cemaatını bölmek niyetiyle yapılmış ve Hz. Peygamber'e
suikast düzenlemek üzere içi silâhla doldurulmuştu. Hz. Peygamber bu
mescide gitmeye hazırlanırken Cebrail (a.s) gelerek durumu haber verdi.


Kur'an-ı Kerîm'de bu
mescidden şöyle söz edilir:


Zarar vermek, inkâr
etmek, müminlerin arasını ayırmak
ve daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri
hazırlamak üzere bir mescid yapanlar; "Biz sadece iyilik yapmak
istiyorduk" diye yemin ederler. Allah da şahittir ki bunlar
yalancıdırlar"
(et-Tevbe, 9/107). "Ey Muhammed! Bu mescidde asla namaz kılma. Şüphesiz
ki, başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescidde (Kuba
mescidi) namaz kılman daha hayırlıdır. O mescidde
kendilerini maddî ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır.
Allah temizlenmek isteyenleri sever" (et-Tevbe, 9/108; bk. 109, 110).


Bunun üzerine Hz.
Peygamber ashab-ı kiramdan Mâlik b.
Dehsan ile Ma'n b. Adiyy (r. anhümâ)'yi Mescid-i Dırar'ı yıkmak
üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakıp yıktılar. Böylece kötü
amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldırılmış oldu
(bk. İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, III, 71; İbn Sa'd,
Tabakât, III, 540 vd; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kâmil Miras,
Tecrîd-i Sarih, X, 422).

Özürsüz cihada katılmayan üç kişinin
çilesi:


Resulullah (s.a.s)
Tebük'ten dönüşte Medîne'ye girişte
doğrudan Mescidi Nebevî'ye girip iki rekat namaz kıldı. Çünkü
seferden dönüşte bu, Resulullah (s.a.s)'ın âdeti idi. Sonra
mescitte oturdu. Tebük gazvesine katılamayıp Medine'de kalanlar tek
tek gelip özürlerini yeminle teyit ettiler.
Hz. Peygamber dış görünüşlerine bakarak özürlerini kabul
edip, iç yüzlerini Allah'a havale etti ve haklarında istiğfarda
bulundu. Bunların sayısı seksen kadar idi.


Ancak Kâ'b b. Mâlik,
Mirare b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye
meşrû bir özürleri bulunmadığı halde cihada katılmamışlardı.
Hz. Peygamber'in huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden
doğruyu söylediler.


Resulullah (s.a.s)
halkı bu üç sahabe ile görüşüp
konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün süreyle
yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına zindan oldu. Kırk
gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)'i göndererek
kadınlarından
da ayrı durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan
geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu.
Yalnız Hilâl b. Ümeyye'nin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilâl
yaşlıdır, hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine
yardımcı olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev
hizmeti için izin verildi.


Elli gün tamamlanınca
bu üç sahabenin mağfiret
edildiğini bildirilen ayet indi. Bunu müjdeleyen sahabeye, Ka'b b. Mâlik
sevincinden bir kat elbise giydirmişti. Mescide geldiklerinde Allah'ın
Resulu Ka'b b. Mâlik'e şöyle buyurdu: "Annen seni doğurduğu
günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısını
sana müjdeliyorum". Ka'b; "Bu müjde
tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye
sorunca, Hz. Peygamber; "Doğrudan Yüce Allah tarafından"
buyurdu. Bunun üzerine Ka'b, bütün servetini Allah yolunda tasadduk
etmek
istediğini bildirdi. Hz. Peygamber, bir bölümünü kendisine
ayırmasının daha hayırlı olacağını söyledi
(Kâmil Miras, Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659; İbn Kesîr, a.g.e., II,
175 vd.).


Allah Teâlâ bu üç
sahabenin halini ve affedilmelerini
şöyle bildirir: "Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini
de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün
kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı,
Allah 'tan başka bir sığınak olmadığını
anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı.
Şüphesiz ki Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli
olandır" (et-Tevbe, 9/118).


Ka'b b. Mâlik ve
arkadaşları bu ilâhî iltifata,
doğru sözlülükleri ve samimi davranmaları sayesinde kavuştular.
Ka'b bu olay üzerine, artık ömrü boyunca doğrudan başka bir söz
söylemeyeceğine dair Allah elçisine söz verdi. Diğer münâfıklar
uydurdukları yalan mazeretler yüzünden helâk olurken onlar selâmete
çıktılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://islami.webyardim.org
 
TEBÜK SEFERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi :: DİNİ BÖLÜM YAZILARI(RELIGION SECTION ARTICLES ) :: HZ.MUHAMMED MUSTAFA S.A.V(Muhammad Mustafa S.A.V)-
Buraya geçin: