PEYGAMBER EFENDİMİZİN
MÜBAREK VASIFLARI VE
ÜSTÜN AHLAKI:
Rasülullah (s.a.), ne çok uzun, ne de
fazla kısa olmayıp orta
boylu idi. Saçları ne kıvırcık ne de tam düz değil,
hafif dalgalı ve sıktı. İki omuzlarının arası
genişti. Siması, hafif kırmızılıkla
karışık nurânî bir beyazlık taşıyordu. Gözleri
sürmeli ve içi oldukça siyahtı. Bedeni ve elbisesinin temizliğine büyük
bir itina gösterir, düzgün ve tertibli olmağa gayret ederdi. Nitekim bu
hususta: "Temizlik imandandır." buyurmuştur. Ailesi ve
ashabına karşı güler yüzlü olup, iyi ve hoş muamelede
bulunurdu. Son derece edeb ve vakarlı, hazır cevab ve sür'ati intikal
sahibi idi. Son derece haya sahibi idi; ancak Allah'ın takdir ettiği
cezaları tatbik etmede hiçbir kınayıcının
kınamasından çekinmezdi. Ebu Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediği
nakledilir: "Peygamber (s.a.), haya bakımından bakire
kızlardan daha ileri idi.”
Rasül-i Ekrem, keskin anlayış, isabetli
görüş ve hikmet
sahibi bir siyasî idi. Onun siyasi mahareti, Medine'de birbirine düşman
Evs ve Hazreç kabilelerinin arasını bulmasında görüldüğü
gibi, en güç meselelerden çıkışı sağlayan irticali
tasarruflarında daha açık olarak müşahade edilmektedir.
İbn Hişam'ın rivayetine göre, Mureysi'
gazvesi esnasında,
Muhacirler ile Ensar arasında kavmiyet ruhu debreşip, birbirlerine
kılıç çekme durumuna geldiklerinde hatta Abdullah b. Ubey b. Selül,
dönüşte kuvvetli, aziz olan, zelil olanı Medine'den çıkaracaktır,
demişti öğle vakti hareket emri vermiş, bu cebrî yürüyüşü
askere istirahat vermeksizin Medine'ye kadar devam ettirmişti.
Rasülullah
(s.a.) bu tedbiri, şehirlerinden uzak bir yerde bulunan ashabına
mücadele
ve bölünme fırsatı vermemek için almıştı. Bu iftira
ve nifakın elebaşısı, münafıkların reisi Abdullah
b. Übeyy'in öldürülmesini isteyen Hz. Ömer'in teklifini reddetmesi ve
Abdullah b. Übeyy'in oğlu Abdullah'ın babasının
öldürülmesi isteniyorsa, bu işi bizzat yapmak için izin istediğinde
ona yumuşak davranması da Efendimizin uzak görüşlülüğünü
açıkça göstermektedir. Efendimiz, babasını bizzat öldürmek
isteyen Abdullah'a şöyle buyurmuştur: "Aksine, bizim içimizde
kaldığı sürece onunla iyi geçinir, ona yumuşak
davranınız." Daha sonra Abdullah b. Übey, bir hadise çıkarınca
kavmi onu kınamış ve ona sert davranmışlardı. Rasülullah,
o gün Hz. Ömer'e şöyle demişti: "Durum nasılmış,
gördün mü ya Ömer? Vallahi, onu öldürmek için benden izin istediğin
gün onu öldürmüş olsaydın, sana kin tutup onun için sana düşman
olacaklar vardı. Halbuki bugün, sana kafa tutacak bu kimselere onu
öldürmelerini emretsem hemen öldürürler." Yine Hendek gazvesinde düşman
ordularının arasını açmak, onları birbirinden
ayırarak zayıf düşürmek hususunda Gatafan, Kureyş ve
Kureyzâlılarla arası iyi olan Nuaym b. Mesud'dan faydalanması da
ileri görüşünü gösteren uygulamalarındandır. Nitekim bu
tedbir sonunda Allahu Teâlâ'nın izniyle Medine üzerindeki müthiş
tehlike uzaklaştırılmıştı.
Mekke'de Hıra mağarasında Refiki
Al'â'nın çağrısıyla
uyandırılmasından itibaren Medine'de Hz. Aişe'nin evinde
O'nun davetine icabet ederek ruhunu teslim etmesine kadar Muhammed
(s.a.) mükemmel
bir akıl ve zekâ, açık ve net bir hedef, güzel bir siyaset ve
meseleleri değişik açılardan değerlendiren üstün bir
idareci olarak temayüz etmiştir.
"Rasül-i Ekrem (s.a.), amcası Ebu Talib
müşrik olduğu
halde uzun bir dönem onun himayesinde yaşamış, Taif
yolculuğundan dönüşünde de yine bir müşrik olan Mut'im b.
Adiy'in emanını istemiş ve Mekke'ye onun himayesinde
girmiştir. Böylece, Mekke putperestlerinin örf ve adetlerinden
istifadeyi
kabul etmiştir. Medine'de ise kendini ve ashabını korumak ve
putperestliğin kökünü kazımak için Medinelilerin her türlü işlerini
düzene koymak, onlar arasında birlik ve beraberliği tesis etmek,
liderlik yaparak, yardımlarıyla onları zafere götürmek yolunu
tercih etmiştir. Kısacası tek bir gaye için, çeşitli
durumlarda uygulanan, Allah vergisi siyasî bir deha; ancak müsteşrikler
bu dehayı tasvirde hataya düşmüşlerdir.
Peygamber Efendimiz hayır ve iyiliği,
af ve
bağışlamayı seven cömert ve hoşgörü sahibi bir
şahsiyet sahibiydi. Uhud gazvesinde amcası Hamza'yı öldüren
Mut'im b. Cübeyr'in kölesi Vahşi'yi, Kureyzâ yahudilerinden Rifâa b.
Semûel'i, amcası Hamza'nın ciğerlerini çiğneyen Ebu Süfyan'ın
karısı Hind'i ve sabahın alaca karanlığında tuzak
kurup müslümanlar üzerine taarruz ederek onlardan bir çoğunu öldüren
Hevazin lideri Malik b. Avf'ı affetmesi onun bu durumunu izah eder.
İbn Ebî Leylâ şöyle demiştir: "Ali b.
Ebi Talib'in
bana haber verdiğine göre, zevcesi Hz. Fatıma el değirmeni ile
un öğütmekten şikayet etmiş, Rasülullah'ın esir
getirdiğinden haberdar olunca da, ondan bir hizmetçi istemek için
gitmiş,
fakat onu bulamamış; bunun üzerine durumu Hz. Aişe'ye anlatarak
dönmüş. Hz. Aişe, Rasülullah gelince durumu ona anlatmış.
Bilahere olanları Hz. Ali şöyle anlattı: Bunun üzerine Hz.
Peygamber Fatıma'ya geldi, yatağımıza girmiştik,
kalkmaya davranınca, "Yerinizde durun." dedi, öyleki ayağının
soğukluğunu göğsümde duymuştum. Devamla "Sizin
istediğiniz şeyden daha hayırlısını göstereyim mi?
Yatağınıza girdiğinizde 34 defa tekbir getiriniz, 33 defa
hamdediniz, 33 defa da tesbih ediniz. Şüphesiz ki, bu sizin için istemiş
olduğunuz şeyden daha hayırlıdır" buyurdu. Bu
meseleyle ilgili yine Hz. Ali'den nakledilen diğer bir hadiste de şöyle
buyurmuştur; "Vallahi! Açlıktan kıvranan Suffa ehlini
bırakıp da, esirleri size veremem. Onlara verecek bir şey
bulamadım, ancak o esirleri satıp bedellerini vereceğim."
Fadl b. Hasen ed-Damrî'nin Hakem b. Zübeyr'in annesi Sibâa'dan, rivayet
ettiği
bir haberde Sıbâa şöyle demiştir: "Rasülullah (s.a.),
esir ele geçirmişti, ben ve kızkardeşim Fatıma onu
kendisinden istemeğe gitmiştik bize; "Bedir yetimleri sizden öne
geçti" buyurdular.
Rasülullah (s.a.), kanaatkâr, zühd ve
takva sahibi ve çok sabırlı
idi. Enes b. Malik'ten şöyle rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.)
şöyle buyurdular: "Allah yolunda, hiçbir kimsenin korkutulmadığı
derecede korkutuldum, yine Allah yolunda hiç kimsenin çarptırılmadığı
eziyet ve sıkıntılara çarptırıldım. Şunu
bilesin ki, birbirini takip eden 33 gün boyunca, Bilâl'le ikimize
yiyecek
olarak, ancak onun koltuğunun altında gizlediği şeyler
vardı." Tirmizî, bu hadisin şerhinde, "Bu hadise, Rasülullah'ın
Bilâl'le birlikte Mekke'den gizlice çıktıkları zaman
olmuştur. Yani, Bilâl'ın taşıdığı yiyecek
çok azdı; hatta onu Bilâl koltuğunun altında gizliyordu."
demektedir.
Ali b. el-Ca'dî'nin şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Rasülullah
(s.a.) hiçbir yemeği ayıplamaz, beğenmezlik etmezdi; iştah
duyarsa yer, yoksa terkederdi." Hz. Aişe'nin de şöyle dediği
rivayet edilir: "Biz Muhammed (s.a.) ailesinin, evimizde ateş
yakmaksızın bir ay geçirdiğimiz olurdu, o sırada su ve
hurma ile idare ederdik." Yine ondan, "Rasülullah, iki iş
arasında muhayyer bırakıldığı zaman, günah değilse
daima kolay olanını tercih ederdi. Eğer günah olursa, o insanların
günahtan en uzak duranı idi." dediği nakledilir. Rasülullah,
hiç bir zaman nefsi için kızgınlık göstermemiş ve intikam
almamıştır. Ancak, Allah'ın yasaklarını ihlal
edenleri, Allah adına cezalandırmıştır.
İbn Mes'ud der ki: "Rasülullah'ın
huzuruna girdiğimde,
bir hasır üzerinde uyumuşlardı, uykudan kalktı, hasır
vücudunda iz yapmıştı. Bunu görünce: "Ya Rasülellah!
Sizin için bir döşek tedarik etsek onu vücudunuzla hasır
arasına koyarız ve seni hasırdan korur." dedim. "Benim
dünya ile ne işim var. Ben, dünyada bir ağaç altında gölgelenip
de, bırakıp giden bir yolcu gibiyim." buyurdular.
Rasülullah (s.a.) kadar arkadaşlarına
iyi muameleye itina gösteren,
buna çok dikkat eden kimse olmamıştır. O kadar ki, hatası
sebebiyle uyarmak istediği bir şahsı,
arkadaşlarının arasında küçük düşürmemek için
kinaye yoluyla uyarırdı. Kendisinin hiç bir müslümanı açık
ismi ile lanetlemediği, Allah'ın emirlerine göre cezaları tatbik
dışında hiçbir kimseye eliyle vurmadığı rivayet
edilir. Kendisine sorulan her soruyu cevaplandırırdı; ancak günah
olursa cevap vermezdi. Soru soranlara misaller getirerek meseleleri
izahata
büyük gayret sarfederdi. Mal ve başkalarından istemek hususunda
aşırı tamahın, ayakları kaydırmasından
sakındırırdı. Hakîm b. Hizam'dan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.)'dan bir kere dünyalık istedim,
verdi. Sonra kendisinden bir daha istedim, yine verdi, üçüncü bir defa
yine
istedim, bu defa da verdiler. Bundan sonra da şöyle buyurdular: "Ey
Hakîm! Şu mal yok mu? Yeşil, tatlı ve çok hoş bir meyva
gibidir. Her kim bu malı hırs duymaksızın alırsa o mal
kendisi için bereketli olur. Bir kimse de onu hırs ile alırsa, bu mal
onun için bereketli olmaz. İhtiras duyan kimse, hiç doymayan obur
gibidir.
Veren el, alan elden hayırlıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.), haya
bakımından insanların en
önde geleni idi, kimseye hoşlanmadığı bir şey söylemezdi.
Hz. Aişe: "Nebi (s.a.), bir kimsenin, hoşlanmadığı
bir şey yaptığı kendisine duyurulunca "Falan niçin
böyle söylüyor" demez, "Şu halk niçin böyle yapıyor
veya konuşuyor" derdi, demiştir. Rivayet edildiğine göre,
hiçkimsenin yüzüne gözlerini dikerek devamlı bakmazdı.
Onun şefkat, acıma, merhamet ve
yumuşaklığını ise Kur'ân-ı Kerîm şöyle
tasvir eder: "Andolsun, içinizden size öyle bir peygamber gel-di ki,
sıkıntıya
uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere
şefkat ve merhametlidir.” Rivayet edildiğine göre bir gün huzuruna
gelen bir bedevi kendisinden bir şey istedi, Rasülullah (s.a.) onun
istediğini
verdi. Sonra "Ey A'râbî! sana iyilik yaptım mı?" diye
sordu. Bedevî, "Hayır, güzel etmedin." karşılığını
verdi. Bu cevap üzerine öfkelenen sahabiler, ona doğru yürüyünce,
Rasülullah geri çekilmelerini işaret etti. Sonra kalkarak evine girdi ve
bedevîye başka şeyler daha gönderdi ve tekrar ona, "Sana iyilik
ettim mi?" diye sordu. O da, "Evet, Allah aile ve oymağını
mükafatlandırsın." Cevabını verdi. Bunun üzerine
Rasülullah, "Biraz önceki sözlerini söylediğin zaman, ashabım
sana karşı öfke duymuşlardı. Eğer istersen, şimdi
söylediklerini onların yanında da söyle de, sana karşı
olan kırgınlıkları kalblerinden gitsin" dedi.
Akşam üzeri bu adam geldi. Bunun üzerine Rasülullah, "Bu a'rabî
sizin de işittiklerinizi söyleyince, biz ona yardımımızı
artırdık, o da razı olduğunu belirtti, öyle değil mi?"
dedi. A'rabî, "Evet, Allah seni, ev halkını ve
oymağını hayırla mükafatlandırsın!"
karşılığını verdi. Yine Peygamberimizden şöyle
dediği nakledilmiştir: "Sizden biriniz,
arkadaşlarımın hiçbirinden bana bir şey
ulaştırmasın, çünkü ben karşınıza salim bir
kalb ile çıkmak isterim.'
İbn Hişam'ın verdiği bilgiye göre, Ka'b
b Züheyr b. Ebi
Sülmâ, Rasülullah ve müslümanları şiirleriyle hicvettikten sonra
tevbe ederek,
Rasülullah'ın huzuruna özür dilemek
maksadıyla geldi. Ondan
kendisini affetmesini istedi ve "Bânet Süâdü" diye başlayan
meşhur kasidesini inşad etti. Rasülullah (s.a.) onu affederek,
şiirini de mükafatlandırdı. Aynı şekilde Abdullah b.
Revaha, Ka'b b, Malik ve Hassan b. Sabit gibi diğer müslüman
şairleri de hediyelerle mükafatlandırırdı.
Rasülullah (s.a.), cömertlik ve
kereminde başkalarıyla mukayese
edilmeyecek üstünlükteydi. Cabir, "Rasülullah kendisinden bir şey
istendiğinde, bir defacık olsun "hayır" dememiştir."
der. İbn Abbas da, "O, hayır hususunda insanların en cömertiydi,
bilhassa Ramazan aylarında daha da cömert davranırdı" diyor.
Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Rasülullah (s.a.) bir
defasında
kendisinden bir şeyler isteyen adama bir koyun sürüsü verdi, köyüne
dönen bu adam, "Müslümanlığı kabul ediniz. Çünkü
Muhammed (s.a.) malın tükenmesinden korkmayan bir kimse gibi yardım
ve bağışta bulunuyor" diye kavmini İslâm'a çağırdı.
Efendimiz, yine birkaç kişiye yüzden fazla deve verdi, kendisine 90.000
dirhem getirilmişti, onları dağıtmadan hiç bir kimsenin
sözüne cevap vermedi. Başka bir defa da O'na gelen bir adam kendisinden
bir şeyler istedi. Rasulullah, "Yanımda bir şey yoktur. Beni
takip et, bir şey gelirse onu veririz" dedi. Hz. Ömer "Allah
sana gücünün yetmediği şeyi yüklememiştir" deyince,
Rasulullah, bunu hoş görmedi. Ensar'dan birisi, "Ey Allah'ın Rasülü!
infak et, Arş Sahibinin azaltmasından korkma." demişti.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz tebessüm etti, yüzünde neş'e
alâmetleri
görüldü ve şöyle dedi: "Ben, işte bununla emrolundum."