usok22 kurucu
Mesaj Sayısı : 8175 Kayıt tarihi : 22/05/10 Yaş : 36 Nerden : Bursa
| Konu: Osmanlı Hoşgörüsü... Çarş. Ara. 08, 2010 1:00 pm | |
| Osmanlı Hoşgörüsü
Batı literatüründe Pax Ottoman olarak ifade edilen kavram, Osmanlı Devleti’nin hükümferma olduğu çağlarda dünya barışına olan katkısı anlatılmak için kullanılır Devrinin süper gücü olduğu halde bu gücü dünya barışının sağlanmasında kullanan Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada tesis ettiği barışın ne anlama geldiği gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır Zira Balkanlar, Karadeniz sahilleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyası bu gün siyasal dengelerin ve uluslararası barışın giderek bozulduğu mekanlar haline geldi
Balkanlardan çekilen Osmanlının boşluğu doldurulamamış, bu bölge iyice balkanlaşmıştır Balkanlaşma terimi bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı ve siyasi kaosu ifade etmek için kullanılan siyasi bir kavramdır Terim bütün anlamını Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi ile ifade edecektir Geniş Arap dünyası Osmanlı bayrağı altında yaşadığı huzurlu günlerini hiç bir zaman tekrar yakalayamamıştır Arap toplumuna batının İsrail’i hediyesi Osmanlı’nın zaafiyete düşmesi ve bölgeden çekilmesinden sonraya rastlar Osmanlı Medine fukarasına Anadolu içlerinden ve Mısır’dan vakıflar kanalıyla yardım akıtırken, surreler gönderirken son yüzyıl içerisinde çöreklenen batının tek gayesi vardı bölgede: sömürü ve petrol Osmanlı’nın çekilmesinden sonra geniş Arap coğrafyası cetvelle taksim edilerek batı emperyalizminin sömürüsünü kolaylaştıracak siyasi haritalar oluşturuldu Barış da Osmanlı ile beraber tarihe karıştı
Osmanlı, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bir denge unsuruydu Pek çok etnik yapıları ve dinleri farklı toplum kesimlerinin taleplerinin buluştuğu ortak bir noktaydı Kilise ile camiinin yan yana durduğu bir üst kültürü tesis etmiş idi Osmanlı Bu üst kültürün tesisi “İlahi Mesuliyet”e dayanıyordu Fetihlerin zaten temel felsefeleri de bu ilahi mesûliyete dayanan bir zihin dünyasının ürünü idi Devletler fethetmek, yeni topraklar kazanmak, güçlü bir devlet kurmak, geniş halklara hükmetmek gibi seküler dünyanın temel ideali olarak görülen hedefler Osmanlı yönetimci için bir araç olmaktan öteye gitmiyordu Zira bütün İslam toplumlarında hâkim zihniyet dünyalık elde etme esası üzerine değil “İ’lây-ı kelimetullah” gibi üst bir ideal etrafında şekillenmişti En azından teorik olarak böyleydi Temel hedef, dinin yücelmesi, korunması, İslam nimetinden bütün insanlığın istifadesi idi Güçlü bir devlete, fetihlere de bunun için ihtiyaç vardı Kaynak Forum: İslami Forum http://www.cennetyolculari.net//showthread.php?t=23789
Kendilerini “şer’-i şerif”e bağlı gören Osmanlı yöneticileri hakimiyetleri altında bulunan hiçbir etnik azınlığa tahakküm etmeyerek kendi inançları doğrultusunda yaşamalarını temin etmiştir Zira bu tutum İslam’ın temel bir ilkesi idi ve İslam hukukunun ehl-i zimmete tanıdığı haklar içerisinde yer alıyordu Bunun dışına çıkılamazdı Zaten Müslüman ecdadımız, her meselede olduğu gibi, Osmanlı Devleti’ne ait topraklarda yaşayan gayr-ı müslimler hususunda da, “şer’-i şerif” dedikleri hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket etmişlerdir Osmanlı Devleti’nde “şer’-i şerif” denilen İslam hukukuna göre, Müslümanlarla sulh yapan ve Müslüman bir devletin hakimiyetini kabul eden gayr-ı müslimlere “zimmî” adı verilmektedir Renk, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde ve “şer’-i şerif” ne diyorsa öyle muamele yapılıyordu
Osmanlı tarihinden bu inanç hürriyetine ilişkin pek çok örnek bulmak mümkündür 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılan Bosna Hersek’de Osmanlı’nın âdil ve hoşgörülü idaresi sayesinde bu bölge insanları hiçbir baskı altında kalmadan İslam dinini seçmişler ve Osmanlı Devleti’ne ve onun temsil ettiği ideallere bağlı kalmışlardır Büyük Fatih, Bosna’yı fethettiği zaman bölge halkına dini hürriyet tanımış, mal ve can güvenliği sağlamıştır Fatih’in buradaki Latin papazlarına gönderdiği bir fermanda bölge halkına tanınan mal ve can güvenliği, dini serbestiyet ve sağlanan hürriyet ortamı açıkça ifade edilmektedir;
“Ben ki Sultan Mehmed Hânım Cümle avam ve havassa ma’lum ola ki, işbu darendegân-ı fermân-ı hümâyun Bosna ruhbanlarına mezîd-i inâyetim zuhûra gelip buyurdum ki, mezbûrlara ve kiliselerine kimse mâni ve müzâhim olmayıp ihtiyatsız memleketimde duralar Ve kaçup gidenler dahi emn ü emanda olalar
Gelüp bizim hâssa memleketimizde havfsız sâkin olup kiliselerine mütemekkin olalar Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reâyalarımdan ve cemî-i memleketim halkından kimse mezbûrelere dahl ve ta’arruz edip incitmeyeler, kendülere ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dahi Perverdigâr hakkıçün ve Mushaf hakkıçün ve Ulu Peygamberimiz hakkıçün ve yüz yirmi dört bin peygamberler hakkıçün ve kuşandığım kılıç hakkıçün bu yazılalanlara hiçbir ferd muhalefet etmeye Mâdâm ki bunlar benim emrime mutî ve münkâd olalar Şöyle bilesiz”
Fatih’in fermanında ifadesini bulan temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınarak ve şefkatli ve âdil bir idare sayesinde Balkanlarda asırlardır devam eden Balkan feodal beylerinin zulum ve baskıları sona ermiştir Osmanlının bu topraklardan elini çekmesi ile ne yazık ki burada kargaşa ve zulüm tekrar başlamıştır Osmanlı Devleti’nin âdil idaresi altında hayatlarını devam ettiren gayr-i müslim tebaa devletin son dönemindeki otorite boşluğu ve bu arada dış mihrakların tahrikleri neticesi, küllenmiş kin ve düşmanlıklardan doğan baskı ve zulümleri tekrar sahneleyecekler ve maalesef bugünkü Bosna ve Kosova trajedisinin gerçekleşmesine giden yolu açacaklardır
Bu gün Kosovalıları etnik temizliğe tabi tutan Sırp faşizmi bundan beş yüz elli sene önce Osmanlı’nın şefkatli ellerine sığındığını çoktan unutmuştur Fatih Sultan Mehmed, Rumeli’deki fetihlerini genişleterek Sırbistan sınırlarına geldiği zaman, iki ateş arasında kalan Sırplar, Macaristan ile Osmanlı Devleti’nden birisini tercih etmek mecburiyetinde kalmışlardır O dönemde Sırplar Ortodoks, Macarlar ise Katolik idiler ve Romalılar ile Latinler arasında anlaşmazlık bulunduğu gibi, bunlar da birbirlerini hiç sevmezlerdi Macaristan Kralı Jan Hunyad, Sırbistan’ı ele geçirmek istiyordu Sırbistan Kralı George Brankoviç, kendisini Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmeye teşvik eden Macaristan Kralı nezdinde bir heyet gönderir ve sorar:
“Macarlar Türklere galip gelirse, Sırplıların mezhepleri olan Ortodoksluk hakkında ne gibi müsaadelerde bulunacaksınız?”
Jan Hunyad’ın cevabı, insana ve onun hak ve hürriyetlerine olan saygılarının derecesini yansıtması açısından çok ilgi çekicidir:
“Sırbistan’ın her tarafında Katolik kiliseleri tesis edeceğim Ortodoks kiliselerini yıkacağım”
Aynı soruyu sormak üzere bir heyeti de Fatih Sultan Mehmed’e göndermiş ve Fatih’in verdiği cevap ise şöyle olmuştur:
“Her cin yanında bir kilise inşa edilecek”
Bu cevabı alan Sırbistan Kralı, Hristiyan olan Macaristan’a değil, Müslüman olan Osmanlı Devleti’ne itaat etmiştir
Fatih’in İstanbul’u fethettiği zaman Galata Cenevizlilerine verdiği Ahidnâme de gayr-i müslim tebaanın temel hak ve hürriyetlerinin korunması ve toplum barışının tesis edilmesini ifade eden tarihimizin önemli vesikalarından biridir Azınlık hakları konusunda bu fermanı incelediğimizden burada kısa kesiyoruz
Osmanlılar dünya siyasi arenasında bir denge unsuru olma yönünde politikalar geliştirmişlerdir Batıda ve Doğuda askeri zaferler ile sağlanan bu denge unsuru misyonu, yükselme döneminde tam anlamıyla gerçekleşecektir 16 yy’da Akdeniz ve Karadeniz Türk’ün hakimiyetine giriyor, Balkanlar’da sulh ve sükun hali sürüyor, Kuzey Afrika, Arabistan yarımadası bu güçlü devletin hakimiyet sahasına girerek barış ve hoşgörüyü ve hürriyet ortamını sağlarken, diğer Avrupa ülkelerinin ilk dikkate alacakları ülke durumuna geliyordu Avrupa ülkeleri kendi aralarındaki ilişkilerde bile Osmanlı’nın ne söyleyeceğine bakıyorlardı Dolayısıyla Osmanlı’yı gözardı sayan ve Osmanlı’dan bağımsız bir politika izleyemiyorlardı Zira, Osmanlılar Avrupa’yı seyreden pasif bir seyirci değil, muktedir bir oyuncu idi Şu söylenebilir; yıkılırken bile uluslararası güçlerin dikkatle izlediği bir ülke durumundaydı Osmanlı Devleti
Osmanlı idaresi zulme değil adalet ilkelerine dayanıyor, şer’-i şerif’in çizdiği sınırları aşmıyorlardı Dolayısıyla insan hak ve hürriyetleri, çağının en geniş anlamı içerisinde Osmanlı’da uygulanıyordu Din ve ırk ayrılığı bu haklara mani değildi Zira batıda Osmanlı tehdidinin sürdüğü 1533-1546 devresinde Protestanlar geniş ölçüde Katolik Habsburg baskısından kurtulmuşlar idi Hatta XVI yy ortalarında Türkler Protestanların ümidi olarak telakki edilecek ve Osmanlı topraklarındaki Protestanların serbestçe dini icraatlarını yapmaları imparatorluk topraklarında yaşayanlar için bir ideal olarak görülecektir “Türklerin eline düşmek Frenklerin eline düşmekten daha iyidir” diyorlardı (Ducas, s291, Bonn) 16 yy’da Portekizliler ile barışın tesisi aşamasında Portekiz kralına gönderilen namedeki ifadeler Osmanlı barış şemsiyesinin büyüklüğünü anlatmaktadır;
“Hak sübhanehu ve Teâlâ hazretlerinin uluvv-i inayeti ile şimdiki halde hilafet-i rûy-ı zemine kabz-ı tasarruf ve iktidar murad olub şark ve garbın re’âyâsı cenah-ı devletimizle müstazıl olub daima re’âyâ hakkında mezid-i merhamet-i şahânemiz mebzûl oldığına binâen”
Cemil Meriç’in Osmanlı’da niçin bir Bodin, bir Makyavel, bir Hobbes yetişmediği sualine verdiği cevap şöyledir:
“Niçin yetişsin? Mutlakiyetin bu yavuz nazariyecileri Osmanlı mülkünde yaşasalar Zat-ı Şahane’nin destancısı olurlar Ülkelerinde gerçekleştiğini görmedikleri âdil ve kerîm devlet rüyasını yalnız Osmanlı gerçekleştirmiştir”
Fairfax Downey “Kanuni Sultan Süleyman” adlı eserinde; “yirmi muhtelif ırka mensup halk, Süleyman’ın hakimiyeti altında sızıltısız, gürültüsüz yaşadılar Re’âyânın, Müslüman olmayanlar dahil, arazi sahibi olmalarına cevaz verildi Buna mukabil onlara bazı mükellefiyetler yükledi Bir çok Hristiyan, vergileri ağır ve adaleti kararsız olan Hristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak Türkiye’ye gelip yerleştiler” diyor
Doğuda ise Sünnî İslam dünyasının koruyuculuğunu ve en önde gelen temsilciliğini üstlenerek Şii tehlikesini bertaraf etmişlerdir Müslüman ahali üzerindeki Şii zulmünü defetmeyi farz-ı ayn telakki eden Osmanlılar, ilan ettiği seferler ile İslam dünyasındaki yerlerini daha da sağlamlaştıracaklardır Zira Yavuz’un Mısır seferi ile Osmanlı padişahları halife ünvanını alarak manevi nüfuzlarını arttıracaklardır Tüm Müslümanlar üzerinde söz sahibi olma imkanı bahşeden halifelik kurumu, Osmanlı’nın hem gücünü pekiştirmiş ve hem de hedeflediği barışı tesis etmede yardımcı olmuştur
1590’da imzalanan antlaşma ile Osmanlı üstünlüğü doğuda pekişmiştir Bu anlaşma ile 1555 antlaşmasında üzerinde durulan Hz Ali dışındaki üç halifeye sövüp sayma anlamına gelen “tebarrai”liğin men’i sağlanmıştır Bundan sonraki antlaşmalarda bu dini hususlar hep ön planda tutulmuştur Osmanlılar bu tarz izledikleri politikalarla Sünni dünyayı manevi yönden destekleme ve dinin koruyuculuğu imajlarını pekiştirmiş oluyorlardı
Dinin koruyuculuğu misyonu oldukça ön planda görülüyordu Seferlere çıkılırken teorik gerekçe dinin muhafazası ve din gayreti üzerine tesis ediliyordu Portekizliler Hindistan’ı işgal ettikleri zaman buranın küffar elinden istihlası için Osmanlı donanmasının Süveyş’e açılabilmesini mümkün kılacak Süveyş kanalı projesinin ön gerekçesinde Hindistan’dan Harameyn-i şerifeyn’i ziyarete gelecek Müslümanların yollarının kesilmesi ve dahası Müslümanların kafirlerin taht-ı hükümetinde olmalarının reva görülemeyeceği idi
Kanuni dönemi, Osmanlı barışı teriminin yüklendiği anlamın tezahür ettiği parlak bir dönem idi Zira bu dönemde sağlam bir hukuk anlayışını hakim kılma çabaları, adalet prensibinin ön plana çıkarılması, Sünnî dünyanın liderliğinin ve koruyuculuğunun, doğuda Safeviler’e batıda Hristiyan âlemine karşı “ilahi misyon”un üstlenilmesi, XVI yüzyılı Kanunî çağı haline getirecektir Bu dönem daha sonra hep idealize edilecektir
Sokullu Mehmed Paşa’nın günün şartları içerisinde gerçekleşmesi güç olan projeleri hep bu üst idealin eseriydi Süveyş kanalının açılarak bölgede ve Hint denizinde daha etkin bir politika izleme, Orta Asya’dan batıya uzanan tarihi ticaret ve hac yollarını kontrolü altına almaya çalışan Moskova Knezliğini engelleyerek Orta asya’nın Sünnî dünyası ile irtibatını artırma, Hazar denizine ulaşmak için Don-Volga Kanalını açma ve Endülüs Müslümanlarını daha ciddi bir şekilde destekleme, bu projeler arasında sayılabilir
Kısaca Pax Ottaman demek, bütün insanları Allah’ın kulları kabul eden İslam Hukukunun Osmanlı Devleti tarafından uygulanması demektir
Prof Dr Ahmet Akgündüz
İlgilenenler için küçük bir kaynakça
Kaynak:
1- Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri c, I, sh 476-479;
2- Akgündüz Ahmed, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, İzmir 1990, c 2, sh 10-13; Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, İst 1979, sh, 197
3- Emecen, Feridun, “Osmanlı Siyasi Tarihi”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, C I, sh 33-45 | |
|