Gençler!
Şunu bilmelisiniz ki, “Erkâm’ın evinde karargâh kuran ve İslâm’ın zaferi
elleriyle gerçekleşen, ilk küçük İslâm cema’atinin fertleri hep
gençlerdi.
Rasûlüllah (s.av.)’in Peygamber olarak gönderildiğinde yaşı kırktı. Ebû
Bekir
(r.a.) ondan üç yaş küçüktü. Ali (r.a) hepsinin kücğü idi. Abdullah b.
Mes’ûd,
Abdur-Rahmân b. Avf, Erkâm b. Ebil-Erkâm, Saîd b. Zeyd, Mus’âb b. Umeyr,
Bilâl
b. Rebâh, Ammar b. Yâsîr ve onlarcası, yüzlercesi hep gençlerdi.
Bu gençler davetin yükünü omuzladılar. Tebliğ yolunda bunlar, akıl almaz
eziyetler karşısında, sabır ve fedâkârlığın en üstün örneğinğ
gösterdiler. Onlar
gecelerini gündüzlerine katarak, İslâm’ın yayılmasını ve varlığını kabul
ettirmesini gerçekleştirdiler. Bu dinin zafer kazanmasını ve
yerleşmesini
sağladılar. Kısa bir sürede müslümanların hâkimiyeti gerçekleşti. İslâm
hükûmeti
ve otoritesi kuruldu. Müslümanlar iki büyük ülkeye, Bizans ve Fars’a
boyun
eğdirdiler. Onların gölgesi (idâresi) doğuda Çin’e, kuzeyde Hazar,
Ermenistan ve
Rus ülkesine ulaştı. Şâm, Mısır, Berka, Trablus ve diğer Afrika ülkeleri
müslümanların adâletine tâbî oldu. Bütün bunlar otuz beş senede
gerçekleşti.
Emevîler döneminde hâkimiyet ve otoriteleri Çin’e, Hindistan’ın büyük
bir
kısmına, Türkistan’a uzandı. Doğuda Çin hududuna ulaştılar, batıda
Endülüs’e
(İspanya) girdiler. Abbasî halîfelerinden Haru er-Reşîd, İslâm
ülkelerinin
genişliğini şöyle anlatabilmiştir:
“Yağmurunu istediğin yere yağdır. Nasıl olsa (senin suyunla bitecek
mahsûlün)
haracı bize getirilecektir.”
İşte Ukbe b. Nâfî’... Atlas Okyanusu’nun kenarında atını dizlerine kadar
denize
sürüp şöyle haykırmıştır:
“Allah’ım! Ey Muhammed’in Rabbi, şu deniz karşıma çıkmasaydı, senin
ismini
yüceltmek yolunda bütün dünyayı fethederdim. Allah’ım, şâhid ol...”
İşte kuteybe el-Bahilî... Doğunun son noktasına varmış, Çin ülkesine
mutlaka
girmek isterken yakın adamlarından biri onu ikaz ediyor, diyor ki:
“Ey Kuteybe, Türklerin ülkesine daldın. Olaylar zamanın iki kanadı
arasındadır;
gelir de, gider de (yâni lehine de tecellî eder, aleyhine de...)
Kuteybe sarsılmaz bir im^nla şu cevabı verdi:
“Allah’ın zafer vereceğine sağlam inancım sebebiyle bu ülkelere daldım.
Vakit
geçerse, hazırlığın faydası olmaz.”
İkaz eden şahıs onun azmini ve samimiyetini görünce,
“Yoluna istediğin şekilde devam et, ey Kuteybe! Bu Allah’dan başkasının
kıramayacağı sağlamlıkta bir azimdir” demek zorunda kaldı.
Allah rahmet eylesin, İslâm şairi Muhammed İkbal şöle diyor:
“Şehirleri fetheden ordulardan önce.”
“Ezanımız Frenklerin kiliselerinde okundu.”
“Afrika’yı da, Büyük Sahrayı da.”
“Yer ateş püskürürken yaptığımız secdeleri de unutma.”
“Hiç bir gün zalimden korkmadan.”
“Kılıçlara göğsümüzü açıp yürüdük.”
“Kılıcın parıltısı sanki etrafında çiçek biten.”
“Yemyeşil bir bahçenin gölgesi gibi idi.”
Gençler!
Dünya onlardan daha asil ve şereflisini, daha merhametli ve
şefkatlisini, daha
yüce ve daha ulusunu, daha üstün ve daha âlimini tanımış mıdır?
İnsanlar kölelik zinciriyle bağlı iken onlar hürriyeti ilân ettiler,
akıllar
câhiliyyet kelepçesiyle tutuklanmış iken tevhîdi yaydılar, Bizans ve
Fars
halklarını ihtirasları uğruna savaşa zorlarken onlar adâleti ayakta
tuttular.
Başkaları malı zulûmle toplarken onlar hayır yollarında harcadılar.
Başkaları
annelerini ve kız kardeşlerini satarken onlar ırzları ve nâmuslarını
korudular.
Alınları Allah huzurunda secdeye vardı ama, başkaları karşısında
alınlarını dik
tuttular. Kalbleri güzelliklerden hoşlanırken, bütün çirkinliklerden de
nefret
ettiler. Akılları hakka inandı ve bütün batılları reddetti. Bir ellerini
Allah’a
açtılar, diğerini insanlara uzattılar.
Dine inandılar, çünkü dünyayı yüceltmek istiyorlardı. Dünya için
çalıştılar,
çünkü bu yolla dine hizmet etmek istiyorlardı. Din ile dünyayı bir araya
getirdiler, çünkü dünyada izzet ve şeref sahibi olmayı, Âhirette
kurtulanlardan
olmayı arzu ediyorlardı.
Dünyaya hükmettiler de onu güven ve sulh ile doldurdular. Musîbet
rüzgârları
onlara doğru esti ama, onları sabır ve tebessümle karşıladılar. Kim
onlara
düşmanlık beslediyse dünyayı onların başına yıktılar.
Şehîdlerin kanı onlara göre gençlerin ve yaşlıların güzel kokusu
gibidir.
Düşmanların oku onların göğüslerinde izzet ve olgunluğun işâretidir.
Dinleri
yolunda ölüme atılmak onlar için kadın ve çocukların şarkısına benzer.
Aslında onlar hiç bir nesle benzemeyen tek bir nesildirler. Diğer
insanlara
benzemeyen gerçek er kişidirler. Diğer ümmetlere benzemeyen önder bir
ümmettirler. Allah (c.c.) onlardan şöyele bahseder:
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Al-i
İmran/110)
Gençler!
Dillerin tekrarladığını, hançerlerin haykırdığını çokça duyduğumuz beş
slogan
vardır ki, bunlar:
“GAYEMIZ ALLAH’DIR.”
“ÖNDERİMİZ RASÛLÜLLAH’TIR.”
“DÜSTURUMUZ KUR’ÂN’DIR.”
“YOLUMUZ CİHÂD’DIR.”
“ALLAH YOLUNDA ŞEHÎD OLMAK EN YÜCE EMELİMİZDİR.”
Ancak, şurada burada mü’min ağızlarından taşan bu sloganların kalblerde
iş
görmesi ve nefislerde iz bırakması, bunları söyleyenlerin, İslâm
peygamberinin
kurup Halîfeleriyle Ashâbının ve kıyâmete kadar iyilikte onlara tabî’
olanların
devam ettirdikleri ilk medresenin öğrencilerini örnek edinmeleriyle
mümkündür.
Bu medrese öyle erleri, öyle kahramanları me’zûn etti ki, onlar, devamlı
şekilde, her zaman ve her yerde, müslüman nesilleri ilim ışığıyla
aydınlattılar,
iman ve ihlâsla aydınlattılar, cihâd ve fedâkârlık konusunda
aydınlattılar,
kararlılık ve azimle aydınlattılar, tebliğ ve davetle aydınlattılar,
ahlâk ve
iyi muamele konusunda aydınlattılar.
Gençlerimiz bu beş sloganı huy edinir, bunların izleri sözlerinde ve
işlerinde
görülür ve hayatlarında tatbik ederlerse, İslâm’ın izzet ve varlığının
geleceğine, müslümanların birlik ve hâkimiyetlerinin kurulacağına ümit
beslemek
gerekir. Bunu gerçekleştirmek Allah’a güç gelen bir şey değildir.
GÂYEMİZ ALLAH’DIR
Gençler!
Gayemiz Allah’dır şiârıyla ahlâklanmanın ne demek olduğunu
biliyormusunuz?
Her sözünüz ve işinizde, her ibadet ve cihadınızda Allah'a ihlâsla
bağlanacaksınız ki Allah sizleri ihlâslı kullarından kabul etsin. Her
zaman şu
ayeti dilinizden düşürmeyin:
“De ki, şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de, dirimim de, ölümüm de
hiç bir
ortağı olmayan, alemlerin Rabbi Allah’ındır. Ben böylece emrolundum. Ben
müslüman olanların ilkiyim.” (El-En’am:162-163)
Vicdanınızın en derin noktasından inanmalısınız ki, Allah’ın dini İslâm
hidayete
erdirici, kurtarıcı kaplayıcı ve ebedidir. Diğer bütün beşeri sistemler
bir
aldanış, bir tlihsizlik, bir bilgisizlik örneğidir.
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların keyflerine uyma,
Allah’ın
sana indirdiği (hükümlerin) bir kısmından caydırmalarına karşı onlardan
kaçın.
Eğer onlar (indirilen hükümleri kabulden) yüz çevirirlerse bil ki Alalh,
günahlarının biri sebebiyle bile kendilerini mutlaka musibete uğratmak
istiyordur. İnsanlardan bir çoğu muhakkak ki Allah’ın emrinden dışarı
çıkanlardır. Onlar halâ cahillik devrinin kötü hükmünü mü arıyorlar?
Kesin bilen
(ve inanan) bir kavim indinde hükmü Allah’dan daha güzel olan da
kimdir?” (El-Maide:49-50)
Allah’ın emrettiği ve nehyettiği her şeyi tam bir teslimiyetle kabul
etmektir.
Bu Allah’a imanın ve O’na kulluğun gereğidir. Çünkü Allah yaratıcıdır.
Yarattıklarına ait hususlarda istediği şekilde tasarrufta bulunmak
sadece O’na
aittir. O her şeyi bilendir. Dolayısıyla kullarının yararına olan
nizamları,
proğramları ve hükümleri en iyi bilen O’dur. O hakimdir. Her şeyi,
menfaati
celbedecek zararı giderecek şekilde, en uygun bir surette yerli yerine
koyabilecek olan yine O’dur.
Mü’minlerin emîri Hz. Ömer b. El-Hattab (r.a.)’in Rasûlüllah (s.a.v.)’in
Hacer’ül Esvedi öpüşünü bir hikmet aramaksızın selâmlayıp öperken
söylediği
sözleri örnek almanız size yeterlidir. O Hacer’ül-Esved’i öperken şöyle
demişti:
“Biliyorumki sen bir taşsın. Ne zarar, ne de fayda verirsin. Rasûlüllah
(s.a.v.)’in seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim.” (Buharî,
Müslim)
Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:
“Allah ve peygamberi bir işe hüküm ettiği zaman gerek mü’min bir erkek;
gerek
mü^min bir kadın için işlerinde kendilerine seçme hakkı verilmemiştir.”
(El-Ahzâb/36)
Kalblerinizin en derin noktasından kesinlikle inanmalısınız ki, dirilten
de,
öldüren de, izzet veren de, zelîl kılan da, fayda sağlayan da,
zararlandıran da
Allah’dır. Her şeyin tasarrufu O’nun elindedir. Her şeye gücü yeten de
O’dur.
Şu halde iyi kötü her durumda O’nun hükmüne boyun eğmeniz, başınıza
gelecek her
şetde O’nun takdirine razı olmanız, her sıkıntıda O’nun hükmüne
sabretmeniz
gerekir.
Şu âyet-i kerimeyi devamlı göz önünde bulundurmanız size yeterlidir:
“Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan,
canlardan ve
mahsûllerden yana eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lûtf-u
keremimi)
müjdele. Ki onlar kendilerine bir belâ geldiği zaman: “Biz (dünyada)
Allah’ın
(teslim olmuş kulları)yız ve biz (Ahirette de) ancak O’na dönücüleriz”
diyenlerdir. Rablerinden mağfiretler ve rahmet hep onların üzerinedir ve
onlar
doğru yola erdirilenlerin tâ kendileridir.” (El-Bakara/155-156-157)
İnsanlar sizden ister hoşnut olsunlar, ister kızsınlar, ister sizi
övsünler,
ister kötülesinler, ister sizden yüz çevirsinler, ister size
yönelsinler, hiç
birine aldırmadan Allah’ın rızasını ve korkusunu varlığınızın hedefi
yapmadıkça,
“Gâyemiz Allah’dır.” şiârını gerçekleştirmeniz mümkün değildir.
Bu konuda da şu âyeti kerimeyi göz önünde bulundurmalısınız:
“Eğer onlar mü’minler iseler Allah ve Rasûlünü razı etmeleri daha
doğrudur.”
(Et-Tevbe /62)
Rasûlüllah (s.a.v.)’in şu Hadîslerini de hatırınızdan uzak tutmayınız:
“Allah’ı gazablandırmak pahasına insanları hoşnut edeni, Allah
insanların eline
bırakır. Allah’ı razı etmek pahasına insanları kızdıranlara karşı ise,
Allah
kâfidir.” (Tirmîzî, Ebû Nuâym)
“Rabbını gazablandıracak bir konuda idareciyi hoşnut eden Allah’ın
dininden
çıkmıştır.” (Hâkim)
Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak konusunda şu şiiri söyleyen ne
güzel
söylemiştir:
“Sen bana tatlı davranırsan, isterse hayat acı olsun aldırmam”
“Sen benden hoşnut olursan, insanların öfkesi bana vız gelir.”
“Seninle benim aramdaki sevgi mâmûr olsun da”
“İsterse dünya ile benim aramdaki harâb olsun, umurumda değil”
“Senin sevgin gerçek olursa, her şey bana kolaylaşır.”
“Toprak üzerindeki her şeyin değeri toprak olmakla kalır.”