İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi

http://islami.webyardim.org
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İlmihal Geleneği

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
usok22
kurucu
usok22


Mesaj Sayısı : 8175
Kayıt tarihi : 22/05/10
Yaş : 36
Nerden : Bursa

İlmihal Geleneği  Empty
MesajKonu: İlmihal Geleneği    İlmihal Geleneği  Icon_minitimePerş. Şub. 10, 2011 2:00 pm

İlmihal "hâl ve durum bilgisi" demektir. Tamlamanın lûgat mânâsı budur.
"Her bir müslümana gerekli olan bilgiler bütününe" ilmihal denmesi
İslâm'da, yükümlülük ile kişinin durumu ve dolayısıyle bu duruma uyan
bilgi arasında sıkı bir ilişkinin, bağlantının bulunmasından
kaynaklanmaktadır. Belli bir yaşa kadar çocuk, hiçbir dînî bilgiyi
edinmeye ve bildiğini uygulamaya mecbur (yükümlü, mükellef) değildir.
Yedi yaşından itibaren müslüman çocuk namaza alıştırılır, yeterli
biyolojik gelişme ve olgunlaşma hâsıl olunca -bir ârıza sebebiyle bu
gelişmenin gecikmesi hâlinde onbeş yaşını doldurunca- çocukluktan
gençliğe adım atan İslâm insanı, başta iman ve ibâdet olmak üzere
kendini ilgilendiren diğer dînî kurallar ve talîmat ile yükümlü hâle
gelir. Bu noktada "kendini ilgilendiren" kaydı önemlidir. İman her
müslümanı ilgilendirir, iman konusunda istisnâ yoktur; her mümin, dinde
inanılması gereken hususlara, "âmentü"de formülleştirilmiş olan altı
esasa inanmak, iman etmek durumundadır. Bu sâhada müminler arasındaki
fark bilgide, şuurda, bilginin genişlik ve derinliğinde olabilir. İbâdet
sâhasına girdiğimizde daha önemli farklılıklar başlar; meselâ zenginlik
başta olmak üzere gerekli şartlara sahip bulunmayan bir müslümanın
zekât ve hacc konusunda geniş, detaylı bilgi edinme ihtiyacı yoktur.
"İslâm'ın şartları" cümlesinden olarak hacc ve zekât ibâdetlerinin de
bulunduğunu, kendisinin bununla yükümlü olmadığını veya olduğunu bilmek
ve buna inanmak her müslümana farzdır. Bundan sonrası yükümlünün
durumuna bağlıdır; yükümlü olan detayları da bilecek ve uygulayacaktır,
yükümlü olmayan ise yalnızca farzı bilecek ve "kendisinin yükümlü
bulunmadığı" bilgisini edinmiş olacaktır. İslâm ahlâk ve âdâbı bir
yandan kişinin eğitimine, yetişmişliğine ve kemâline, diğer yandan örf
ve âdete, bölgeye, kültür ve medeniyet seviyesine bağlı olarak
değişiklikler arzeder. Çocuktan, büyükten, âlimden, cahilden,
eğitilmişten, eğitilmemişten, insan için mukadder olan kemâl ve Allah'a
yakınlık basamaklarını farklı seviyelerde tırmanmış bulunanlardan aynı
ahlâk ve aynı âdâb beklenemez. Burada, herkes için ortak bulunan bir
tabandan söz edilebilir ve herkesten ancak bu beklenebilir, bunun bilgi
ve eğitimi verilir. İslâm'da "muâmelât" terimi ile ifade edilen "ferd
ile ferd, ferd ile toplum, toplum ile diğer toplumlar arasındaki
ilişkiler", başka bir ifade ile "siyâsî, hukûkî, ekonomik ve sosyal
ilişkiler" sâhasına bakıldığında burada, bilgi ve uygulama yükümlülüğü
bakımından müslümanlar arasında önemli farklılıkların bulunduğu görülür.
Her bir müslümanın, insanlar ve eşya ile ilişkileri bakımından serbest
sâha ile yasak sâhanın sınırını (helâl-haram sınırlarını) bilmesi ve
buna riâyet etmesi gereklidir. Her bir müslümanın, taşıdığı "halifelik"
sıfatının bir gereği olarak siyâsî sorumluluğunun bulunduğunu, bu konuda
en lâyık olan birine vekâlet vermek (bey'at etmek) sonra onu doğrudan,
yahut dolaylı (temsilciler vasıtasıyla) takip etmek durumunda olduğunu
bilmesi gereklidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu bilgi ve şuurdan mahrum
olanların, İslâm öncesinden İslâm'a adım atamamış kişilerden
sayılacağını ifade buyurmuşlardır. Bundan sonra Fıkıh kitaplarında
ciltler tutan muamelat bilgisi ve bunlarla ilgili uygulamalar gelir;
bunlar her müslümanı değil, ancak belli meslek, iş ve ilişki içinde
olanları ilgilendirir.
Buraya kadar anlatılanlar bizi şu noktaya
getirmiş olmaktadır: "İslâm'da insanların bilgi ve yükümlülüklerinin hem
muhtevâsı, hem de kalitesinin, yükümlünün durumu (hâli) ile sıkı bir
ilişkisi, etkili bir bağlantısı vardır. Bütün müslümanların dînî bilgi
ve uygulama bakımından durumlarının (hâllerinin) kesiştiği, birleştiği
bir ortak saha vardır, işte bu ortak sâhanın bilgisine "ilmihal"
denilmiş, bu bilgileri ihtivâ eden kitaplar da aynı isimle
anılagelmiştir.
İlmihal bilgisine muhtaç olanlar Hz. Peygamber
(s.a.v.) zamanında ya bizzat Ona (s.a.v.) başvurarak, sözünü dinleyip
yaptığını görerek, yahut da Onun (s.a.v.) taşraya gönderdiği muallimleri
vasıtasıyle -kitap okuyarak değil, daha ziyade görerek ve dinleyerek-
bu ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Râşid Halifeler ve Emeviler zamanında,
sahabe ile onların yetiştirdiği ikinci nesil âlimleri, müfti ve
müctehidleri, yine büyük ölçüde şifâhi olarak bu ihtiyaca cevap
veriyorlardı. Bugün adına ilmihal dediğimiz bilgi mecmûasının belki ilk
örneği, İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin el-Fıkhu'l-ekber isimli eseridir.
Yalnızca derleyip düzenlemeye ve öğretmeye yönelik bulunan bu eser,
ilmihalin akaid (inanç) ile ilgili kısmını ihtivâ etmektedir ve günümüze
kadar mûteber, faydalı bir metin olarak vazifesini yapmıştır. İslâm
kültür ve düşüncesi, başka kültürlerle karşı karşıya geldiğinde, İslâm
inancını savunmak ve şüpheleri defetmek üzere kaleme alınan "kelâm"
kitapları, akaidle ilgili olmakla beraber amaç, muhtevâ ve metodları
bakımından ilmihal içinde mütâlâa edilemezler. Ahmed b. Hanbel'in namaz
ibâdeti ile ilgili bulunan "Kitâbu's-salât"ını da ilmihalin ibâdet ve
amel kısmına ait ilk deneme olarak değerlendirmek mümkündür. O günden
bugüne kimi zaman akaid ve ibâdetler ayrı kitaplarda, kimi zaman her
ikisi bir kitapta, bazen de ihtiyaca göre "ahlâk, siyer, âdâb" gibi
bahisler de programa alınmak suretiyle, adı ilmihal olsun olmasın
"ilmihal kitapları" yazılmış, halkın ihtiyaçları ve durumları göz önüne
alınarak gereken yapılmıştır. Şurûtu's-salât, Necâtü'l-mü'minîn, eski
Amentü Şerhi, Mızraklı İlmihal, Halebî tercümesi Babadağî, kısmen
Ni'metül-İslâm hep bu nev'in örnekleridir. Ömer Nasûhî Hocamızın
yıllarca büyük bir boşluğu dolduran "Büyük İslâm İlmihali" de tertip,
düzen, konu zenginliği ve yeni harfler dışında, yaşanılan çağın
ihtiyaçlarına yönelik yenilikler ihtivâ etmeyen bir ilmihal örneğidir.
Tanzimata
kadar Osmanlı müslümanları -ve diğerleri- İslâm'ı, Allah'ın seçtiği ve
râzı olduğu yegâne din, müslümanları da bu dîne mensup olmanın izzeti
ile aziz bildiler, İslâm'a ve müslümanlara bu mânâda bir alternatif ve
rakip tanımadılar, müslümanları kardeş, müslüman olmayanları ise
"müslüman olma kâbiliyeti taşıdıkları için değerli", ebedî kurtuluşa
çağrılmaları gereken "dâvet ümmetinin" fertleri olarak gördüler.
Tanzimattan itibaren gayr-i müslimlere ve özellikle Batılılara karşı
önce kendilerine münevver diyen müslümanların tavrı değişmeye başladı,
sonra da çarpık eğitim ve öğretimin etkisi ile bu tavır tabana doğru
inmeye başladı. Batının gözleri kamaştıran teknolojisi ve maddî gücü
bütün ayıplarını örttü, cevheri ve cürufu ile Batı hayranlığı aldı
yürüdü, özellikle son yetmiş yılda İslâm; iyinin, doğrunun ve güzelin
ölçüsü olmaktan çıkarıldı, onun yerini Batının değerleri aldı. Kültür ve
düşünce hayatındaki bu sür'atli gelişme birbirine nerede ise yabancı
nesillerin oluşmasına sebep oldu, bir çatı altında yaşayan üç nesil
birbirini anlıyamıyor, farklı değerler sistemi içinde yaşıyor,
birbirlerini idare etmeye çalışıyorlardı. Bu durum karşısında
ilmihallerin hem nesiller için farklı olması, hem de eskiye nisbetle
metod ve muhtevâ bakımından farklılıklar taşıması gerekiyordu. Artık
kelâm, hikmet-i teşrî'i, ibâdet bilgilerini ayrı ayrı vermek yerine
bunların hepsini biraraya getiren, çeşitli yaş ve baş gruplarına hitâp
eden, bir yandan bilgi veren, bir yandan savunan, bir yandan muhtemel
tecavüzlere karşı hazırlayan ilmihaller vermek gerekiyordu. Eyüp
Necâti'nin Felsefeli Din Dersleri'ni, Şehbenderzâde Ahmed Hilmi Bey'in
Üss-i İslâm (Yeni İlm-i Akaid)'ini, Ahmed Hamdi Akseki'nin İslâm
Dini'ni, hedef kitlesi farklı da olsa Prof. M. Hamidullah'ın İslâm'a
Giriş'ini bu yeni ilmihaller cümlesinden saymak mümkündür.
İlmihal
geleneği köklü ve devamlı bir gelenektir. Bu geleneğin günümüzde ve
ülkemizde ilgilileri tarafından iyi temsil edildiğini söylemek mümkün
değildir. Çeşitli bilgi, eğitim ve etki alanlarına dahil insanlarımıza
gönül rahatlığı ile tavsiye edebileceğimiz ilmihaller yok gibidir. Bu
mübrem ihtiyacın kısa zamanda karşılanması ve geleneğin ihyâ (ve tecdîd)
edilmesi şarttır. (1999 yılında T. Diyanet Vakfı için bir heyetin
hazırladığı İlmihal, amaca doğru güzel bir adım olmuştur.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://islami.webyardim.org
 
İlmihal Geleneği
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
İslami Bilgiler Paylaşım Sitesi :: Gençlik(Youth)-
Buraya geçin: