İnsanı daha aşağı derecedeki canlılardan ayıran üç önemli özellik onun,
akıl, irâde ve ahlâk sahibi olmasıdır. Ahlâk beşer üstü bir temele
oturmadığı takdirde, akıl, heyecan ve güdülere tâbî, dolayısıyla izâfî
ve değişken olur; bir denizin doğusunda fazîlet sayılan bir davranış,
batısında rezâlet sayılabilir. Böyle bir ahlâk anlayışı ve uygulaması
insanın aşkın boyutunu geliştiremez; onu et, kemik, toprak dünyasının
üstüne çıkaramaz. Milletimiz bin yıldan fazla bir zamandan beri İslâm
medeniyyet ve kültür camiâsına dahil olmuş, İslâm ahlâkını benimsemiş ve
yaşamıştır. İslâm ahlâkı, Kur'ân-ı Kerîm'in ihtiva ettiği, en kâmil bir
seviyede Hz. Peygamber (s.a.v.), onun sahâbesi ve ermişlerin yaşadığı
ahlâktır. Bu ahlâkın ilkelerini şu çerçeve içinde görmek mümkündür: Hem
bilgi, hem de varoluş bakımından Allah'a en yakın mertebeye ulaşma
kâbiliyetinde yaratılmış bulunan insan bu amaca ulaşabilmesi için
gerekli maddî ve mânevî imkân ve kâbiliyetlerle donatılmış ve imtihan
için kendisine dünya hayatı verilmiştir. Dünya fânî olduğu gibi, insan
varlığının maddî unsurları da fânîdir; bütün bunlar insana, mânevî,
madde ötesi, aşkın boyutu ve unsurları geliştirmesi, yaratılış gâyesini
gerçekleştirmesi için araç olarak bahşedilmiştir. Allah Teâlâ ezelde,
insanın madde ötesi unsuruna kendisini tanıtmış, onunla bir andlaşma
yapmıştır (elest bezmi ve misakı). Dünya hayatında peygamberlerin
yardımı ile bu mukaddes antlaşmayı hatırlayan ve buna sadık kalan
insanlar, fânî olanı, bakî ve ebedî olana fedâ etmekte, bütün
imkânlarını, engelleri aşarak Allah'a en yakın mertebeye ulaşmak için
kullanmaktadırlar. Sözleşmeye sadık kalmayanlar ise madde ötesi, maddî
menfâat ve haz dışı gerçek ve değerlerle ilgilerini keserek vasıtayı
gâye hâline getirmekte ve maddeye mahkûm bir ömür sürerek insanlık
özelliğini zâyî etmekte, yaratılmışlar sıralamasında en aşağı mertebeye
(esfel-i sâfilîne) inmektedirler. Buna haz ve menfâat ahlâkı denirse
diğerine de "insan-ı kâmil" ahlâkı denilebilir. İşte bizim fert, toplum
ve devlet olarak ahlâkımız bu "insan-ı kâmil" ahlâkıdır. İslâm iman,
ibâdet ve eğitimi insanı, küçük yaşlarından itibaren insan-ı kâmil
ahlâkına hazırlar; beşerî arzuların, heyecan, güdü ve menfâatlerin onu
etkisi altına almasını, yaratılış gâyesinden uzaklaştırmasını, amacından
sapmasını engeller. Bu ahlâkın fert ve toplum hayatında dışa vuran
özellikleri: Allah'a ve O'nun eseri olan kâinata, kâinatın gözbebeği
olma kâbiliyetini taşıyan insana sevgi, saygı, merhamet, özgecilik
(diğergâmlık), adâlet, eşitlik, hakkâniyet, dürüstlük, iffet, temizlik,
intizam, itidâl, ölçülü hoşgörü ve hürriyet, maddî ve mânevî
yardımlaşma, dayanışma, toplumu ile birlikte mutluluk veya keder, refah
veya sıkıntıyı paylaşma, mânevî değerlere ve varoluş amacına öncelik...
şeklinde kendisini gösterir.
Toplumun ve devletin bu ahlâkî temele
oturması demek, lâikliğin, din ve vicdan hürriyetinin -anlayış ve
uygulama olarak- bugün ülkemizde geçerli olandan farklı bir çerçeveye
oturması demektir. Müslüman bir toplum için, bazı Batı ülkelerinde ve
bizde uygulanan lâiklik sözkonusu olamaz. Devlet gerek düzenlemelerinde
ve gerekse eğitimde ahlâkî temelden hareket etmek, ona bağlı kalmak
durumundadır. Ahlâkî temel İslâm ahlâkıdır. Bu ahlâkta fert ve toplumun
hayatını bölmek; hukukta, siyasette, ekonomide, eğitimde, din ve ahlâk
ötesine geçerek, bunları dışlayarak düzenlemeler ve uygulamalar yapmak,
kişiyi ferdî hayatında vicdânı ile başbaşa bırakmak, dileyenin dilediği
ahlâkı yaşamasına imkân vermek mümkün değildir. Böyle bir anlayış ve
uygulamanın getireceği sonuç ahlâkî temelin yok olması, bu temelden
yoksun bir toplumun oluşmasıdır. Devletimizin ahlâkî temeline göre din
ve vicdan hürriyeti; fert olarak kişinin dilediği inanç ve ahlâkı
benimsemekte serbest olması demektir. Kişilerin benimsediği inanç ve
ahlâk, devletin ahlâkî temeline uygun düşüyorsa problem yoktur. Ters
düşmesi hâlinde ise âleniyet (açıklık) bakımından bazı kısıtlamalar
uygulanabilecektir. Bunların hukûkî dayanağı "umûmî ahlâk ve kamu
düzenidir". Kişi konutunda, kamuya açık olmayan yerinde, kendi inanç ve
ahlâkına göre dilediğini yapmakta, dilediği gibi yaşamakta serbesttir.
Topluma açık mahallerde ise ancak, devletin ahlâkî temeline ters
düşmeyen, onu yıpratmayan, çocukları ve gençleri ahlâkî olmayan
davranışlara itmeyen eylem ve uygulamalara serbestlik tanınabilir.
Ahlâkî temele dayalı devlet yapılanmasında toplum, ahlâk ve fazîletin
mektebidir; bu mektepte fazîlet dışı davranışlara âleniyet hakkı
tanınamaz. Örnek vermek gerekirse milyonlara hitap eden televizyonda,
toplumun ahlâkî temeline ters düşen bir anlayış ve uygulamaya -ahlâkî
bakımdan hiçbir değerlendirmeye tâbî tutmaksızın, âdeta meşrûiyet
tanıyarak ve teşvik ederek- yer verilmesi açık bir çelişkidir. Bu ve
benzeri davranışlar umûmî ahlâk ve kamu düzenine aykırı olduğu gibi
-zaman içinde- devletin ahlâkî temelinin çökmesine de göz yummak
mânâsına gelir.